“VAHŞÎ
DALAŞI” ya da “ÖRT Kİ ÖLEM!”
Seçim öncesi propaganda yasağı
yaklaştıkça, halkın/seçmenin oyunu kazanmak için o seçim meydânı benim - bu
seçim meydânı senin koşuşturup duran siyâsetçilerimizin söylemleri her geçen
gün daha da keskinleşiyor, sertleşiyor, edeb ve dolayısıyla da tahammül
sınırlarını bir hayli zorluyor!
Herkes ama öncelikle ve özellikle
de seçmen bu durumdan son derecede rahatsız!
Hasma yönelik bazı takılmalar,
kışkırtıcı ifâdeler seçim konuşmalarının tuzu-biberidir, seçmenin hoşuna giden
belli bir lezzet katar propaganda faaliyetlerine.
Ama tuzun da biberin de dozu
kaçınca, önce tad bozulur, sonra da sunulan –ister yemek olsun, ister seçim
konuşması- birden zehir zıkkım olur!
Fütursuzca savrulan hakaretâmîz her
ifâde, hakaret dozunu daha da tırmandıran bir cevâbı tetikler ve bu durum
akıllara durgunluk verici bir hızla tırmanışa geçen bir karşılıklı hakaretleşme
sarmalına dönüşür.
Bir süre sonra da ortada ne siyâset
kalır, ne de siyâsetçi: yalnızca gözü öfkeden dönmüş ve de kararmış bir sürü
arka mahalle kabadayısı ile tozu dumana kattığı için artık kimin kim ya da ne
olduğu bir türlü seçilemeyen bir “vahşî dalaşı”!
Bu dalaşın içindekiler öyle bir
hırs ve öfke sarhoşluğuna düşerler ki, bir süre sonra, seçmenin nezdinde ne
duruma düştüklerini hiç mi hiç farkedemez hâle gelirler:
“Bu
ağzının terâzisi kaçıklar mı yönetecek bizi? Bu, besbelli ağzından çıkanı
kulağı işitmeyenlere mi emânet edeceğiz memleketimizin, çocuklarımızın,
torunlarımızın istikbâlini?”
“Yarın,
seçim bitip de ak sakal-kara sakal ortaya döküldüğünde, seçim meydânlarını
fırtınası dindiğinde, nasıl bakacaklar birbirlerinin yüzüne? Nasıl yan yana
oturacaklar, nasıl el sıkışacaklar yeri ve zamanı geldiğinde birbirlerine
ettikleri bunca ağır hakaretten sonra?”
Tükürdüğünü yalayan durumuna
düşmekten daha beteri varsa bir siyâsetçi için, o da riyâkâr durumuna düşmektir
halkın/seçmenin nezdinde!
Seçim meydânlarında öfke
krizlerine, ya da daha doğru bir deyişle “öfke
şeytânı”na mağlûb olan siyâsetçilerin hemen hepsi de Müslümandır, ya da en
azından kendilerini, bu yönde bir suâl sorulduğunda Müslüman olarak tanımlarlar
– hem de hiç tereddütsüz!
Peki bu Müslümanlar, her Mü’min
Müslümanın olmazsa olmaz ve de asla vazgeçilemez hayat rehberi olan mubarek
Kur’ân’a hiç bakmazlar, onun aydınlığından hiç istifâde etmezler mi – hele çok
gerilimli geçeceği besbelli olan bir seçilme mücâdelesine sıvanmadan önce?
Bakın, mubârek el-Furkan sûresinin
63. âyet-i kerîmesinde ne buyuruyor Âlemlerin Rabbi Allah, celle şânuhu:
Bismillâhirrahmânirrahîm… Rahmân'ın kulları
ki, onlar yeryüzünde vakûr bir tevazu içinde yürürler ve ne zaman câhiller - yani kötü
niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa derler ki:“Selâm!”
Şimdi sorarım
size, hangisi daha kötü: Mü’min bir Müslüman olarak mubârek Kur’ân’ın
rehberliğinden yararlanmayı bir türlü akıl edememek mi, yoksa bu âyet-i
kerîmenin hükmüne bir türlü uyamamak mı?
Mü’min
Müslümanın, ister oy isteyen siyâsetçi, ister oy verecek olan seçmen olsun,
başkalarından hiçbir farkı yoksa ya da kalmamışsa vay hâlimize: “Ört
ki ölem!”
Müteyakkız olalım ve
hep müteyakkız kalalım İNŞAALLAH!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.