20 Şubat 2014 Perşembe

YÜKSEK UÇUŞ DERİN DALIŞ 3


VAHŞÎ DALAŞI” ya da “ÖRT Kİ ÖLEM!”


Seçim öncesi propaganda yasağı yaklaştıkça, halkın/seçmenin oyunu kazanmak için o seçim meydânı benim - bu seçim meydânı senin koşuşturup duran siyâsetçilerimizin söylemleri her geçen gün daha da keskinleşiyor, sertleşiyor, edeb ve dolayısıyla da tahammül sınırlarını bir hayli zorluyor!
Herkes ama öncelikle ve özellikle de seçmen bu durumdan son derecede rahatsız!
Hasma yönelik bazı takılmalar, kışkırtıcı ifâdeler seçim konuşmalarının tuzu-biberidir, seçmenin hoşuna giden belli bir lezzet katar propaganda faaliyetlerine.
Ama tuzun da biberin de dozu kaçınca, önce tad bozulur, sonra da sunulan –ister yemek olsun, ister seçim konuşması- birden zehir zıkkım olur!
Fütursuzca savrulan hakaretâmîz her ifâde, hakaret dozunu daha da tırmandıran bir cevâbı tetikler ve bu durum akıllara durgunluk verici bir hızla tırmanışa geçen bir karşılıklı hakaretleşme sarmalına dönüşür.
Bir süre sonra da ortada ne siyâset kalır, ne de siyâsetçi: yalnızca gözü öfkeden dönmüş ve de kararmış bir sürü arka mahalle kabadayısı ile tozu dumana kattığı için artık kimin kim ya da ne olduğu bir türlü seçilemeyen bir vahşî dalaşı!
Bu dalaşın içindekiler öyle bir hırs ve öfke sarhoşluğuna düşerler ki, bir süre sonra, seçmenin nezdinde ne duruma düştüklerini hiç mi hiç farkedemez hâle gelirler:

“Bu ağzının terâzisi kaçıklar mı yönetecek bizi? Bu, besbelli ağzından çıkanı kulağı işitmeyenlere mi emânet edeceğiz memleketimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın istikbâlini?”
“Yarın, seçim bitip de ak sakal-kara sakal ortaya döküldüğünde, seçim meydânlarını fırtınası dindiğinde, nasıl bakacaklar birbirlerinin yüzüne? Nasıl yan yana oturacaklar, nasıl el sıkışacaklar yeri ve zamanı geldiğinde birbirlerine ettikleri bunca ağır hakaretten sonra?”

Tükürdüğünü yalayan durumuna düşmekten daha beteri varsa bir siyâsetçi için, o da riyâkâr durumuna düşmektir halkın/seçmenin nezdinde!
Seçim meydânlarında öfke krizlerine, ya da daha doğru bir deyişle “öfke şeytânı”na mağlûb olan siyâsetçilerin hemen hepsi de Müslümandır, ya da en azından kendilerini, bu yönde bir suâl sorulduğunda Müslüman olarak tanımlarlar – hem de hiç tereddütsüz!
Peki bu Müslümanlar, her Mü’min Müslümanın olmazsa olmaz ve de asla vazgeçilemez hayat rehberi olan mubarek Kur’ân’a hiç bakmazlar, onun aydınlığından hiç istifâde etmezler mi – hele çok gerilimli geçeceği besbelli olan bir seçilme mücâdelesine sıvanmadan önce?

Bakın, mubârek el-Furkan sûresinin 63. âyet-i kerîmesinde ne buyuruyor Âlemlerin Rabbi Allah, celle şânuhu:
Bismillâhirrahmânirrahîm… Rahmân'ın kulları ki, onlar yeryüzünde vakûr bir tevazu içinde yürürler ve ne zaman câhiller - yani kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa derler ki:“Selâm!”

Şimdi sorarım size, hangisi daha kötü: Mü’min bir Müslüman olarak mubârek Kur’ân’ın rehberliğinden yararlanmayı bir türlü akıl edememek mi, yoksa bu âyet-i kerîmenin hükmüne bir türlü uyamamak mı?

Mü’min Müslümanın, ister oy isteyen siyâsetçi, ister oy verecek olan seçmen olsun, başkalarından hiçbir farkı yoksa ya da kalmamışsa vay hâlimize: “Ört ki ölem!”


Müteyakkız olalım ve hep müteyakkız kalalım İNŞAALLAH!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler