20 Ocak 2015 Salı

"PARALEL YAPI"NIN İBRET-İ ÂLEM SERENCÂMI


KUŞBAKIŞI
Genellikle Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital, menfaatlerini "siyâsî lobiler" aracılığıyla korur. Bununla da kalmaz, kendine yeni menfaat alanları açar ve geliştirir. Çünki, kendilerine ilâh belleyip kulluğunu ettikleri zihniyet ve hayat tarzı olan "Kâr Maksimizasyonu" bunu gerektirir.
Tâğûti=Firav'nî Sistemin işleyiş ve varlığını sürdürüş yöntemlerinin en başında gelen "Kâr Maksimizasyonu", adı üstünde, "elde edilen kazancın mümkün olan en üst seviyeye tırmandırılması" ve bunun sürekli kılınması demektir. Yâni, bir yıl sonunda elde edilen kâr, bir yıl öncekinden daima daha yüksek olmak zorundadır! Kârın iki yıl ard arda sâbit kalması, ya da bir başka deyişle, dengeye oturması, Tâğûti=Firav'nî Sistemin özüne ve rûhuna aykırıdır. Dahası, affedilmesi ve/veya bâhânesi asla söz konusu olamayacak kadar ağır bir suç, sisteme yapılmış bir ihânettir.
"Kâr Maksimizasyonu"nun tırmanışını sağlayabilmek için bir tek yol vardır: mâliyeti düşürmek. Mâliyeti düşürmek için kaliteden ferâgât edilmesi sözkonusu olamayacağına göre, mümkün olan en düşük seviyede tutulması ve giderek daha da düşürülmesi için çaba gösterilmesi gereken tek şey ise, ister istemez "emek mâliyeti"dir. Bu yüzdendir ki, Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital üretim merkezlerini, dünyanın en yoksul ülkelerine kaydırmıştır. "İşçi Hakları" diye bir şeyin sözkonusu olmadığı, insanların yalnızca karınlarını doyurabilmek için her şeyi yapmaya hazır oldukları toplumlarda "emek mâliyeti" vicdan sâhibi her insanı dehşete düşürebilecek kadar azdır.
Ne var ki, "Kâr Maksimizasyonu" adındaki doymakbilmez ilâhı tatmin edebilmek için "emek mâliyeti"nin her sene daha da azaltılması gerekir!
Yoksul ülkelerin hemen hepsinde hâkim olan feodal yapı, bunun için biçilmiş kaftandır! Feodal ağalara yeterince menfaat sağlanırsa, onlar geleneksel otoritelerini dibine kadar kullanarak "emek mâliyeti"ni düşürecekler, hep beklenen en düşük seviyeyi tutturabilmek için, ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardır. Feodal ağaların menfaat beklentileri ise, tarihsel pratiğin defaatle gösterdiği gibi, Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapitalin dişinin kovuğuna gitmeyecek kadar sığ ve zayıf, neredeyse çocuksu ve alabildiğine nefsânîdir. Bu yüzdendir ki, Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital elinin altında daima "yoksul" bir kitle, "yoksulluğun yaygın olduğu toplumlar/ülkeler" bulundurmaya özen gösterir; bunun için ne gerekiyorsa onu yapar.
Ne var ki, "emek mâliyeti"nin de bir alt sınırı vardır: "sıfır" olması imkânsızdır!
Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital için en hızlı ve uzun vâdeli, çok boyutlu-çok yönlü kazanç=kâr kaynağı ise "savaş"tır.
Yakılan her mermi, atılan her bomba, fırlatılan her füze "geri dönüştürülerek yeniden kullanılması imkânsız" ve "akıllara durgunluk verici bir hızla tüketilmesi kaçınılmaz" tüketim unsurlardır. Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapitalin elinde tuttuğu en önemli "üretim alanları"nın en başta geleni olan "silâh ve de mühimmat sanayii" için "savaş" bu bağlamda eşi-menendi bulunmaz bir gelir=kazanç=kâr kaynağıdır. Savaşta ölen ve/veya yaralanan askerler de bu gelir=kazanç=kâr kaynağının cabasıdır: cesetlerin yaralıların giysileri/üniformaları başta olmak üzere, üzerlerinde bulunan hiçbir şey "geri dönüştürülerek" yeniden kullanılamaz! Ayrıca, ilâç ve tıbbî malzeme sektörü, hiçbir zaman bulamayacağı bir gelir=kazanç=kâr patlaması yaşar! Bununla da bitmez: savaşta tahrip edilen bütün altyapı ve üstyapı sistemlerinin (iletişim, elektrik, su, kanalizasyon, konut, köprü, yol, hastane, okul, sanayi tesisi vs.) savaş sonrasında yeniden inşası kaçınılmazdır! Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapitalin elinde tuttuğu "her türlü müteahhitlik hizmetleri"ni gerçekleştiren şirketler böylece yıllar süren bir gelir=kazanç=kâr kaynağı elde etmiş olur. ABD'nin Irak operasyonu bu işleyişin yakın zamandaki en somut örneğidir.
Uzun sözün kısası: "savaş", Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital için her zaman çok verimlidir.

"BEN LOBİYE LOBİ DEMEM, LOBİ BENİM OLMADIKÇA!"
Her ülkenin siyâsetini yönlendiren Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altında olan Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital lobileri, maddî menfaatleri doğrultusunda hareket edilmediği zaman "savaş çıkartma" tehdîdini daima ellerinin altında hazır bir "Damokles Kılıcı",  deyim yerindeyse bir "joker" olarak hazır bulundururlar.
Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altındaki Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital lobilerinin "klasik" anlamda bulunmadığı iki ülkeden biri Türkiye'dir (diğeri Kuzey Kore). T.C. vatandaşı Yahûdiler, içlerinde "siyonist" olanları bile -ki, sayıları çok azdır!- yüzyıllar öncesine dayanan bir "vefâ borcu" yüzünden, diğer ülkelerin vatandaşları olan Yahûdilerin -ki, onların çoğunluğu "keskin siyonist"tir!- kökünde yatan intikamcı duyguların ateşleyip körüklediği büyük bir iştahla oluşturdukları lobi faaliyetlerinden uzak durur.
Ülkemizde "lobi" olarak tanımlanabilecek toplumsal yapılar/oluşumlar "dînî cemaatler"dir. Bu yüzdendir ki, iktidara gelmek isteyen ve de iktidar olan her siyâsî parti, hangi görüşte olurlarsa olsun, çok güçlü birer oy potansiyeli olan "dînî cemaatler"le iyi geçinmek zorundadır ve geçinir!
Her ülkede güçlü birer lobi sahibi olmak isteyen Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altındaki Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital, Türkiye'ye has bu durumu çok iyi bilir ve lobi faaliyetleri için kullanabileceği bir "dînî cemaat" arayışına girer.
Gayr-i Müslim "dînî cemaatler" hem sayıca pek az, hem etkili ve etkin olamayacak kadar zayıf ve çapsızdır. Bu yüzden ister istemez Musliman "dînî cemaatler"e yönelmek gerekecektir. Bu hadd safhada zordur. Ne var ki, uzun yıllara dayanan tecrübe, Muslimanların gönlünü kazanmanın, hattâ onlardan biriymiş gibi görünerek aralarına sızmanın hiç de zannedildiği kadar zor olmadığını defaatle göstermiştir. Hattâ bu konuda seçkin uzmanlar yetişmiş/yetiştirilmiştir.
Artık iş yalnızca maksada uygun yapıya sahip bir "cemaat" bulmaya kalmıştır. Çok geçmeden Anadolu'da komasal bir uykuya yatmış hâldeki sermâyenin gücünü keşfedip onu motive ederek harekete geçiren; nicedir dışlanmış, hor görülmüş, ezilmiş muslimanlara saygınlık dolu sıfatlar sunarak yepyeni bir kimlik kazandıran; onlara dinamik ve çok büyük, "asîl duygular"la dolu bir vizyon aşılayan; bütün bunların hayâtiyet kazanabilmesi için gerekli ve yeterli "karizma"ya sâhip olan bir "din görevlisi"nin etrafında oluşmaya başlayan ve hızla güç kazanarak yaygınlaşmaya çok elverişli bir potansiyel keşfettiler!
Bu muazzam potansiyelin en verimli şekilde "değerlendirilebilmesi" için mutlaka işlenmesi ve desteklenmesi şarttı!
Önce, bu "dînî cemaat"in kendince "karizmatik" liderini Batı dünyâsında, onun kafasındaki modele en uygun "kontrol yapılanması"nı kurarak, en büyük başarıları elde etmiş olan Cizvit Örgütü'nün denenmiş-sınanmış yöntemleriyle tanıştırdılar.
Sonra da Makyavelist dünya görüşünün ("hedefe götüren her yol mubahtır") "faziletleri"ni anlattılar.
Derken sıra geldi Cizvitlerin en büyük keşfi olan "dramatik/teatral anlatımların kitleler üzerindeki büyülü etkisi"ni öğretmeye! Cizvitlerin kitlelerin manipüle edilmesinde ve özellikle de işe yarayacak yeteneklerin keşfedilip amaca uygun bir şekilde "endoktrine" edilmesi konusunda keşfettikleri en verimli ve bu konuda muazzam başarılar elde ettikleri "saygın" (!) yöntemlerden biri de "okul" adı altında "eğitim kurumları"nın hızla kurulup yaygınlaştırılmasıydı! Önce ülke, sonra da dünya çapında!
"Karizmatik Lider" bunun üzerine hemen atladı. Ülke çapını büyük bir başarıyla ve şaşırtıcı bir hızla organize etti. Ama yurtdışına açılmak öyle kolay başarılacak bir iş değildi - hiçbir ülke, kendi sınırları ve egemenlik sahası içinde başka bir ülkenin "okul" açmasına izin vermezdi!
Ne var ki, herşey gibi bunun da bir kolayı, yolu-yordamı vardı: "lobi"ler!
Kimi yerde dolaylı, kimi yerde doğrudan baskı ve pazarlık devreye sokularak, ne kadar "karizmatik" olursa olsun, sıradan bir "din görevlisi"nin başarması asla mümkün olmayan bu iş de rayına oturtuldu. Üstelik bu "okullar"ın en olmadık, en umulmadık yerlerde bile kurulması "İlâhî Destek görmeye mazhâr olmak" şeklinde pazarlanmaya, dolayısıyla bu büyük manevraya "mânevî" bir boyut katmaya çok uygundu. Kitle zâten böyle hurâfelere inanmaya dünden hazırdı.
Cizvitlerin "musliman versiyonu" hayat bulmuştu!
Bir süre sonra da asıl Cizvitler tamamen kontrolü ele aldılar - "uluslararası prestij" de ister istemez arkasından geldi.
Zaten nicedir "Mağlûb Medeniyet" olma kompleksi içinde kıvranan masum muslimanlar, bu oluşuma olanca gayret ve de imkânlarıyla destek verdikçe verdiler. Bir tür "başarı ve mutluluk sarhoşluğu" içinde arka plânda işleyen hinoğluhin sistemi göremez, algılayamaz oldular.
Dünya egemenliğinin paylaşımı konusunda, asla yenişemeyeceklerini çok iyi bilen iki dev güç, Cizvit Kumpanyası Vatikan ve Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altındaki Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapital,  arasında kadîm bir anlaşma vardı: birbirlerinin menfaatlerine asla dokunmayacaklar, ortak menfaatleri gerektiğinde ise işbirliği yapacaklardı!
İslâm coğrafyasını kontrol altında tutup dibine kadar sömürmek Civzit Kumpanyası Vatikan'ın, dünyanın geri kalanını aynı şekilde avucunda tutmak ise Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altındaki Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapitalin faaliyet alanıydı.
Amma ve lâkin, Türkiye yatırıldığı komadan uyanıp, tarihî misyonunu üstlenerek pişmiş aşa su katınca, tehlike çanları çalmaya başladı!
"Lobi" faaliyetlerinin etkin bir şekilde devreye sokulması için zaman yoktu.
Ama her zaman yedekte tutulan bir "B Planı" vardır!
Bu "B Planı" mucibince devletin bütün kurumlarının içine sinsice, çaktırmadan sızdırılarak yerleştirilmiş olan kadrolar, sahip oldukları bütün imkânları alabildiğine kullanarak, "asıl devlet"i içten çökertecek ve yerine bütün unsurları ve kurumlarıyla alesta bekleyen "paralel devlet"i geçirecekti.
Ama Civzit Kumpanyası Vatikan ile Siyonist Yahûdîlerin kontrolü altındaki Uluslararası ya da Çokuluslu Finanskapitalin evlerinde başbaşa vererek yaptıkları hesap, belki de ilk defa çarşıya uymadı; çünki bu "çarşı"daki esnâf, terâzisinde Hakk ve Hakîkat'in dirhemlerini kullanmak konusunda alabildiğine azimli, alabildiğine ihlâslıydı!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler