22 Ağustos 2013 Perşembe



CIVILDAK METİNLERİ
 
"AÇIKYOL SOHBETLERİ"


1

“FİRÂSET FUKARALIĞI BÂBINDA”

Gözden Geçirilmiş 85 Kısım Tekmili Birden


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

1. Onca eyleme, onca feryâda, onca slogana, onca çabaya karşı hiçbir şey değişmiyorsa, İslâm âlemini kasıp kavuran zulüm fırtınası dinmiyorsa hâlâ, hattâ daha da kötüye doğru gidiyorsa, bir hatâ var ısrarla yapılan ortada!
2. En kolay yol, imtihan deyip bu zulüm fırtınasına, -tevbe hâşâ!- faturayı en kısa yoldan kesmek Allah'a, celle şânuhu!
3. “İmtihan” diye ancak biz Mü'min Muslimanlar olarak üzerimize düşen herşeyi yaptıktan sonra başımıza gelene denir!
4. O hâlde sormamız gerekmez mi kendimize: "Mü'min Muslimanlar olarak gerçekten de yaptık mı/yapıyor muyuz düşeni üzerimize?”
5. Bu, samîmîyetle ve ciddîyetle sorulması gereken ve de aynı samîmîyet ve ciddîyet içinde cevaplandırılması çok ama çok zor, cevaplandırılması başlı başına bir “imtihan” olan, ağır bir suâldir!
6. Öyle bir suâl ki sorulması elzem!
7. Cevaplandırılması daha da elzem!
8. Evet, Mü’min Musliman’ın bütün davranışlarında/tutumlarında/tavırlarında samîmîyet esastır, bunda kuşku yoktur! 
9. Ama ciddîyet de bir o kadar kaçınılmazdır!
10. Ciddîyet, "sağlam bilgi desteğine sahip olmak" demektir bu bağlamda!
11. Tek sağlam bilgi kaynağı da mubârek Kur'ân ve Sünnet-i Seniyye'dir!
12. “Ümmet yanlışta ittifak etmez!” deniyor ama, -ki elhakk doğrudur, hadîs-i şerîf'tir zira, bildiğim kadarıyla!- biz acaba doğru anlıyor muyuz o mubârek hadîsi?
13. Hadîste bahis konusu olan ümmet, mubârek Kur'ân'a ve Sünnet-i Seniyye'ye vukûfiyeti tam ve sağlam bir ümmettir! 
14. Bu biiiir!
15. Soralım şimdi kendimize, samîmîyetle ve ciddîyetle: "Öyle miyiz?"
16. (Cevâbını herkes kendi bulsun, kendi versin - kendi içinde, sessizce!)
17. “Ümmet yanlışta ittifak etmez!” demek, "Ümmetin içinden o yanlışı düzeltecek birileri mutlaka çıkar!" demektir, hikmet boyutunda
18. Bu da ikiiii!
19. Ve bir can yakıcı suâl daha: 
20. "Kim ya da kimler engelledi Mü'min Muslimanların mubârek Kur'ân'ı ve Sünnet-i Seniyye'yi anlayıp iyice içselleştirmelerini?"
21. Kâfirler mi?
22. Yoksa "Siz bunu anlayamazsınız, ezberleyin yeter!" diyenler mi?
23. Yoksa, mubârek Sünnet-i Seniyye'yi hikmetinden kopartıp/soyutlayıp, kuru kuruya salt bir taklîd hâline indirgeyenler mi?
24. Yoksa, ALLAH’ın, celle şânuhu, dîni İslâm'ın dinamik ve evrensel yapısının en belirgin sonucu olan yorum farklılıklarını, sözgelimi “mezheb”i başlı başına bir dîn hâline getirenler mi?
25. Yoksa, kendilerini, ancak katolik papalarında görülebilen birtakım uhrevî yetkilerle allayıp pullayanlar mı?
26. Yoksa, salt mânevî ve de bir hayli maddî menfaatleri için "masonik yapı"ya sahip örgütlenmeler kurup, izzetli Ümmet-i Muhammed'i şahrem şahrem bölenler mi?
27. Sayayım mı daha, yoksa "Pes!" mi?
28. Biliyorum, şimdi yarası olanlar ciddî anlamda gocunmaya başlayıp, saldırıya geçecekler bana, körü körüne!
29. Sözlerim üzerinde hiç düşünmeden, onları doğru anlamaya hiç çalışmadan!
30. Alışmamam gerekiyor aslında ama korkarım ki alıştım artık bu körü körüne “zombi saldırıları”na!
31. Ve artık hiç kızmıyorum, ya da -dürüstlük adına - giderek daha az kızıyorum onlara! :)
32. Kimse öğretmemiş ki onlara önce dinlemeyi, sonra anlamayı, sonra da sorgulamayı herşeyi mubârek Kur'ân'ın ve Sünnet-i Seniyye'nin berrâk aydınlığında!
 33. "Dinle!" diye emretmişler yalnızca, "ve sakın ola ki, asla ama asla sorgulamaya kalkma! BİZ ne diyorsak O doğrudur! Sen onu yap! Yapış eteğimize, katıl örgütümüze, gir Cennet'e! Daha ne istiyorsun!"
34. Hâlbuki ALLAH, celle şânuhu, sorgulamayı öğretip dolayısıyla da emrediyor mubârek Kur'ân'da!
35. Sorgulamanın sınırı yok, ama kuralları var elbette!
36. Bir: samîmî olunacak sorgularken!
37. İki: ciddî olunacak sorgularken!
38. Üç: Hakk ve Hakîkat'in kaynağına başvurulacak sorgularken! Yani, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbi olan ALLAH'a, celle şânuhu!
39. (İşte tam da burada, bir mubârek hadîs-i şerîf giriyor olanca azameti, hikmeti, derinliği ve yalınlığıyla devreye; meâlen şöyle: "ALLAH'la konuşmak isteyen Kur'ân okusun!"
40. Dört: gelen/alınan/bulunan cevap, kaynağı Hakk ve Hakîkat'in ta kendisi olduğu için, olduğu gibi kabûl edilecek, şekksiz-sübhesiz, kayıtsız-şartsız, pazarlıksız!
41. Beş: cevâbı bulmak konusunda acele edilmeyecek asla! Sabr kuşanılacak olanca anlam boyutuyla!
42. Sabr ki, özü itibâriyle "bir şeyi, ona bir sıkıntı/zorluk yaşatmak pahasına da olsa, belirlenmiş bir alanın/ortamın/hâlin içinde tutmak" demektir!
43. Altı: bütün bu şartlar yerine getirilmiş olmasına rağmen bir cevâbın bulunamaması hâlinde, o konun Mü’min bir Musliman için “aslî bir hayatî değer ve önem” taşımadığı anlaşılacaktır!
44. (Yâni, öyle bir suâlin cevâbı, sözgelimi, "Britannica"dan da bulunabilir icâbında!)
45. HA GAYRET!!!
46. VE DEVAM:
47. Mubârek Kur'ân öncelikle ve özellikle akla hitâb ettiği için, onun en sağlıklı ve en doğru beslenme kaynağıdır!
48. Mubârek Kur'ân'ı anlayarak okumak, aklı geliştirir, onun en sağlıklı ve en doğru şekilde çalışmasını sağlar!
49. Mubârek Kur'ân'la muntazaman beslenmeyen bir akıl, bir süre sonra dumûra uğrar: zayıflamaya, sağlıklı ve doğru çalışmamaya başlar!
50. Şeytânın en büyük numaralarından biri de zâfiyete düşen, sağlıklı ve doğru çalışmamaya başlayan aklı, bunun tam tersine, yâni esas şimdi sağlıklı ve doğru çalıştığına iknâ etmektir!
51. Ya "Dînî dogmalardan kurtuldun! Özgürsün artık!" der, kandırır onu; 
52. Ya da "sözümona takvâ" adına(!) terkettirir aklı!
53. Şeytânın beşerî hayattaki en korkunç maşası olan firavunlar, kendilerine kulluk/köleliği “ÖZGÜRLÜK” adı altında pazarlayıp satarlar!
54. Firavuna ve hempâlarına kul/köle olma zilletini, ÖZGÜRLÜKadı altında pazarlayıp satmayı, efendileri öğretmiştir firavunlara: şeytân!
55. Firavun düzeninin hâkim ya da faal olduğu her ortamda “ÖZGÜRLÜK” adı altında sunulanın aslında firavuna ve hempâlarına kulluk/kölelik olduğunu çoook iyi bilmelidir, öğrenmelidir Mü'min Musliman!
56.ÖZGÜRLÜK” adı altında, allanıp-pullanıp satılan “firavuna ve hempâlarına kul/köle olma zilleti”nden korunabilmek için de firâset sâhibi olmak zorundadır Mü'min Musliman!
57. Firâset ki "bir şeyi/durumu hızlı, doğru ve derinlemesine kavramak" demektir! HIZLI, DOĞRU ve DERİNLEMESİNE kavramak!
58. Tıpkı avcı kedigillerin kendilerinden çok daha büyük ve güçlü olan bir avı çeneleriyle yakalayışları gibi: HIZLI, DOĞRU ve DERİNLEMESİNE!
59. Avcı kedigiller avlarını hızlı, doğru ve derinlemesine yakalayınca çeneleriyle, boyun kemiğini kırıp yere devirir, hareketsiz bırakırlar onu! 
60. (Yâni: biz de firâset sâhibi olabilirsek eğer, aynı duruma düşürebiliriz, ya da daha doğru bir deyişle, ancak firâset sâhibi olduğumuz zaman, aynı duruma düşürebiliriz firavunu: boyun kemiğini kırıp yere devirir, hareketsiz bırakırız onu!)
61. Zaten firâset kavramının/teriminin kökü de avcı kedigillerin bu fıtrî avlanma yönetemine dayanmaktadır!
62. Rasûl-i Ekrem (asvs) buyuruyor ki: 
63. "MÜ'MİNİN FİRÂSETİNDEN SAKININ/KORUYUN KENDİNİZİ! ÇÜNKÜ O ALLAH'IN NÛRUYLA NAZAR EDER!"
64. Nazar etmek, "bir şeyin mâhiyetini kavrayabilmek niyeti ve gayretiyle ona bakışlarıyla odaklanmak" demektir!
65. ALLAH'ın, celle şânuhu, nûru ise hiç kuşku yok ki mubârek Kur'ân'dır!
66. O mubârek Kur’ân ki, insanları zifirî câhiliyye karanlıklarından, Hakk ve Hakîkat’ten yansıyan berrak aydınlığına çıkartmak için indirilmiştir!
67. Evet, mubârek Kur’ân ALLAH'ın, celle şânuhu, nûru, yani, "O'ndan, azze ve celle, yansıyan aydınlanma/aydınlatma kaynağı"dır!
68. Sonuç: Mü'min Musliman’da, olaylara/durumlara/kişilere mubârek Kur'ân'ın aydınlattığı bir zihinle bakmasından kaynaklanan bir kavrayış vardır ki, bu kavrayış HIZLI, DOĞRU ve DERİNLEMESİNEdir! 
69. O hâlde ey firavunlar ve hempâları, koruyun kendinizi o Mü'min Musliman’dan ki, onun HIZLI, DOĞRU ve DERİNLEMESİNE kavrayışından hiçbir şey kaçmaz! Bütün hilelerinizi, tuzaklarınızı görür, maskelerinizi, “kamuflajlarınızı” bir bakışta görür o!
70. Firâset sâhibi olan Mü'min Musliman’ı aldatamazsınız, koyun gibi güdemezsiniz, gönlünüzce sömürmek üzere köleleştiremezsiniz onu, en gizli, en usta yöntemlerle bile!
71. Ama şimdi soralım kendimize: 
72. “Ya firavunlar başarıya ulaşabiliyorsa tahakküm kurmak konusunda Mü'min Musliman’ların üzerinde? Ne anlama gelir bu?” 
73. El-Cevâb: “Besbelli ki firâset artık yok demektir Mü'min Muslimanlar’da!”
74. Olayları artık HIZLI, DOĞRU ve DERİNLEMESİNE kavramaktan âciz olan Mü'min Musliman, elbette ki mahkûm olacaktır firavunların tahakkümüne, zulmüne!
75. Çünkü o firavunlar derslerini çok iyi çalışmışlardır, çalışmaktadırlar ve çalışacaklardır da, her zaman!
76. Dersini hiç ama hiç çalışmayan biri varsa, o da Mü’min Musliman!
77. Firavunlar hep en ileri yöntemleri kullandılar, en gizli taktikleri ve stratejileri geliştirdiler ve bu sâyede başarıya ulaştılar, hep ulaşacaklar!
78. Çünkü, sakınıp korunmak zorunda oldukları firâseti Mü'min Musliman’ların ortada yoktu nicedir! Bomboştu meydân!
79. Çünkü, "mehcûr tutmuştu" Mü'min Musliman, mubârek Kur'ân'ı aklından, hayatından - hicret etmişti âdetâ, alabildiğine uzaklaşmıştı yâni, onun berrak aydınlığından! 
80. "Kaba Softa Zihniyeti" ha babam-de babam yalnızca kuru kuruya ezberlettirmişti onlara mubârek Kur’ân’ı, o İlâhî Kelâm'ı!
81. Dolayısıyla, onu geliştirip zirveye taşımak varken alabildiğine, hiçbir tesiri, hiçbir faydası olmamıştı mubârek Kur’ân’ın, o İlâhî Kelâm'ın, yegâne muhatâbı olan akla!
82. Hayatın, varoluşun olmazsa olmaz yegâne Hakk Rehberi, sıradan bir “Ritüel Tarifleri Kitabı”na indirgendi!
83. Ya da “mistik gay-guy bulanıklığı”na âlet edildi, “mistik gay-guycu tafyası” tarafından yıllarca, yüzyıllarca!
84. Durum özetle bu! 
85. Görebildiğim ve de anlayabildiğim kadarıyla!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler