29 Ağustos 2013 Perşembe

Merhûm üstâd Muhammed Esed'den, daha önce hiç yayımlanmamış çarpıcı bir tesbit!



Merhûm üstâd Muhammed Esed'in henüz hiçbir yerde yayımlanmamış olan THE HOMECOMING OF THE HEART ("Kalbin Vatanına Dönüşü" ya da "Kalbin Mezuniyet Şöleni" olarak terceme edilebilir!) adlı (MEKKE'YE GİDEN YOL'un devamıdır!) hâtırâtından bir bölüm arz ediyorum İngilizce orijinal metniyle birlikte: 

As the Allied troops were landing at Istanbul, he crossed over to Asia Minor to join Kemal Ataturk - then still known as Mustafa Kemal - who had just begun to organize the Turkish resistance in the interior of Anatolia. One should remember that, in the beginning, the heroic struggle of Kemal's Turkey stood in the sign of Islam, and that it was religious enthusiasm alone that gave the Turkish nation in those grim days the strength to fight against the overwhelming power of the Greeks, who were backed by all the resources of the Allies.

(...) [Seyyid Ahmed es-Senûsî] Müttefik orduları Istanbula girerken, Anadolu içlerinde Türk direniş hareketini örgütlemeye başlamış olan - o sırada daha Mustafa Kemal olarak bilinen - Kemal Atatürk’e katılmak üzere Anadoluya (Küçük Asyaya) geçti. Hatırlanmalıdır ki, başlangıçta, Kemal Atatürk’ün Türkiyesinin kahraman mücadelesi, İslâm bayrağı altındaydı ve Türk halkına o çetin günlerde, müttefiklerin bütün kaynaklarınca desteklenen Yunanlıların baskın kuvvetlerine karşı savaşma gücünü veren yalnızca dinî şevkti.

Placing his great spiritual and moral authority in the service of the Turkish cause, Sayyid Ahmad travelled tirelessly through the towns and villages of Anatolia, calling upon the people to sup-port the Ghazi, or 'Defender of the Faith', Mustafa Kemal. The Grand Sanusi's efforts and the lustre of his name contributed immeasurably to the success of the Kemalist movement among the simple peasants of Anatolia, to whom nationalist slogans meant nothing, but who for countless generations had deemed it a privilege to lay down their lives for Islam.

Büyük dînî ve mânevî yetkisini/gücünü Türk davasının hizmetine adayan Seyyid Ahmed, yorulmak nedir bilmeksizin Anadolunun şehirlerini ve köylerini gezerek halkı Gâzi, yani ‘Îmânın Savunucusu’ Mustafa Kemal’i desteklemeye davet etti. Büyük Senûsî’nin gayretleri ve parlak şöhretli adı, milliyetçi sloganların kendilerine hiçbirşey ifade etmeyen ama sayısız nesiller boyunca İslâm uğruna can vermeyi bir ayrıcalık addeden Anadolunun basit köylüleri arasında Kemalist hareketin başarıya ulaşmasına ölçülemeyecek kadar büyük katkılarda bulundu.

But here again the Grand Sanusi had committed an error of judgment-not with regard to the Turkish people, whose religious fervour did lead them to victory against an enemy many limes stronger, but with regard to the intentions of their leader: for no sooner had the Ghazi attained to victory than it became obvious that his real aims differed widely from what his people had been led to expect. Instead of basing his social revolution on revived and reinvigorated Islam, Ataturk forsook the spiritual force of religion (which alone had brought him to victory) and made, quite unnecessarily, a rejection of all Islamic values the basis of his reforms. Unnecessarily even from Ataturk's view¬point: for he could easily have harnessed the tremendous religious enthusiasm of his people to a positive drive for progress without cutting them adrift from all that had shaped their culture and made them a great race.

Ama burada Büyük Senûsî yine bir değerlendirme hatası yapmıştı - ateşli imanlarının kendilerinden kat kat güçlü olan bir düşman karşısında zafere ulaştırdığı Türk halkı açısından değil, fakat önderlerinin amaçları açısından: çünkü Gâzi zaferi kazanır kazanmaz, onun gerçek hedeflerinin, halkının yönlendirildiği beklentilerden çok uzak ve farklı olduğu ortaya çıktı. Toplumsal devrimini yeniden diriltilmiş ve yeniden güç kazandırılmış bir İslâm’a dayandırmak yerine, Atatürk (kendisini zafere ulaştırmış tek şey olan) dînin mânevî gücünü terketti ve inkılâblarının [reformlarının] temelini, tamamen gereksiz bir şekilde, bütün İslâmi değerlerin reddi üzerine kurdu.  Bu tavır, Atatürk’ün bakış açısından bile tamamen gereksizdi: çünkü o halkının büyük dînî şevkini, onları medeniyetlerini şekillendiren ve onları büyük bir soy yapan herşeyden tamamen kopartarak uzaklaştırmak yerine, ilerleme için müsbet bir dürtü olarak kuşanmalarını sağlayabilirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler