20 Şubat 2015 Cuma

MİNHAC TV - AÇIK YOL SOHBETİ 004





VAHYİN 2. YILI
27 Rebiu'l-Âhir 1436 tarihli sohbette 
ele alınan mubârek âyet-i kerîmeler 



كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰیهَا

91 EŞ-ŞEMS 11 YALANLADI SEMÛD TUĞYÂNIYLA,

Yalanladı ısrarla Semûd kavmi tuğyânıyla/her türlü sınırı aşan azgınlığıyla,


اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰیهَا

91 eş-Şems 12 kalkıp harekete geçtiği zaman en bedbahtı onun!
kalkıp harekete geçtiği zaman en bedbahtı/bu bağlamda: en alçak adamı onun!

İşte, Semûd kavmi! Hakk ve Hakîkat’e îmân edip o doğrultuda yaşamadığı sürece başına gelecek tehlikeyi haber veren İlâhî Uyarıyı hiçe saydığı, ciddîye almadığı için kendini en sefil bedbaht konuma düşürmüş olan mensûbu kalkıp harekete geçtiği zaman, her türlü sınırı aşan bir azgınlık sergileyerek Hakk ve Hakîkat’i ısrarla yalanladı!


فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰیهَا

91 eş-Şems 13 Artık dedi ki onlara ALLAH'ın Rasûlü: “ALLAH'ın dişi devesi! Andolsun, içecek verin ona!”
Artık dedi ki onlara ALLAH'ın Rasûlü/elçisi: “ALLAH'ın dişi devesi! Andolsun, içecek verin ona!”

Bunun üzerine ALLAH'ın elçisi onlara dedi ki: “Şu sâhipsiz gördüğünüz-bildiğiniz ve bu yüzden de âfiyetiyle hiç ilgilenmediğniz dişi deve ALLAH'ın koruması altındadır! Dolayısıyla o dişi devenin ihtiyâçlarını gözardı etmeyin ve içecekten olan payını ona verin!”

فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰیهَا

91 eş-Şems 14 Artık yalanladılar onu. Artık dizardı kirişini kopartarak kestiler onu! Artık yıkıma uğrattı Rabbleri günahlarıyla! Artık dümdüz etti onları!

Artık yalanladılar ısrarla onu. Artık dizardı kirişini kopartarak vahşîce kestiler onu! Artık yıkıma uğrattı Rabbleri günahlarıyla! Artık dümdüz etti onları!

Bunun üzerine Semûd kavminin Hakk ve Hakîkat’e îmân edip o doğrultuda yaşamadıkları sürece başlarına gelecek tehlikeyi haber veren İlâhî Uyarıyı hiçe saydıkları, ciddîye almadıkları için kendilerini en sefil bedbaht konuma düşürmüş olanları: “Hiç öyle şey olur mu!” diyerek ALLAH’ın elçisini ısrarla yalanladılar. Sonra bu uyarıyı hiç cidîye almadıklarını göstermek üzere, kafa tutarcasına dizardı kirişini kopartarak o deveyi vahşîce kestiler! Bunun üzerine Rabbleri bu günahlarından dolayı mahvetti onları: yerle bir oldular!


وَلَا يَخَافُ عُقْبٰیهَا

91 eş-Şems 15 Ve/Andolsun ki, asla korkmaz kaçınılmaz sonucundan onun!

Ve andolsun ki, Semûd kavminin takındığı bu tavrın kaçınılmaz sonucunu bildiği hâlde, hâlâ ALLAH’ın elçisinin uyarılarını dikkatte almamaya devam eden kişi, bu tavrının kaçınılmaz sonucundan asla korkmaz!


وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا

77 EL-MURSELÂT 1 ANDOLSUN O GÖNDERİLMİŞ OLANLARA, ÜSTÜSTE!

İşte o üstüste, dalga dalga gönderilmiş olanların üzerine yemin ederek dikkatini çekiyorum ki, düşünesin bununla hangi Hakîkat’e işâret ettiğim üzerinde!


فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا
77 el-Murselât 2 Artık o önüne gelen herşeyi paramparça eden zorlu rüzgârlar, önüne gelen herşeyi paramparça eden zorlu bir esişle eserek!

وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا
77 el-Murselât 3 Ve/Andolsun o alabildiğine yayanlara, alabildiğine yayarak!


فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا

77 el-Murselât 4 Artık o farklılığı kesin bir şekilde ortaya koyup ayıranlar, farklılığı kesin bir şekilde ortaya koyup ayırarak!


فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا
77 el-Murselât 5 Artık o yüzyüze getirip kavuşturanlar bir zikre,

Artık o yüzyüze getirip kavuşturanlar bir zikre/zihinlerde her an diri tutularak hatırlanması gerekene,


عُذْرًا اَوْ نُذْرًا

77 el-Murselât 6 suçlardan arınmayı sağlayarak ya da uyararak!

suçlardan arınmayı sağlayarak ya da Hakk ve Hakîkat’e îmân edip o doğrultuda yaşamadıkları sürece başlarına gelecek tehlikeyi haber verip uyararak!

Artık önlerine gelen herşeyi paramparça eden zorlu bir esişle eserek, önlerine gelen herşeyi paramparça eden o yaman fırtınaların; ve o alabildiğine yayarak, alabildiğine yayanların; ve farklılığı kesin bir şekilde ortaya koyup ayırarak, farklılığı kesin bir şekilde ortaya koyup ayıranların; ve suçlardan arınmayı sağlayarak ya da Hakk ve Hakîkat’e îmân edip o doğrultuda yaşamadıkları sürece başlarına gelecek tehlikeyi haber verip uyararak insanları, zihinlerde her an diri tutularak hatırlanacak bir dersle, bir uyarıyla, yüzyüze getirip kavuşturanların da üzerine yemin ederek dikkatini çekiyorum ki, düşünesin bununla hangi Hakîkat’e işâret ettiğim üzerinde!


اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ

77 el-Murselât 7 Şu kesin bir gerçek ki, ne varsa vaad edilen size, kesinlikle gerçekleşir!

Şu kesin bir gerçek ki, size vaad edilen herşey, kesinlikle gerçekleşecektir!


فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ

77 el-Murselât 8 Artık o yıldızların izleri silinip yok edildiği zaman,

Artık o doğup karanlıkta parıldayan yıldızların izleri silinip yok edildiği zaman,


وَاِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ

77 el-Murselât 9 ve/andolsun ki, semâ yarıldığı zaman,

ve/andolsun ki, semâ/gök çatlayarak yarıldığı zaman,


وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ

77 el-Murselât 10 ve/andolsun ki, o dağlar savrulduğu zaman,

ve/andolsun ki, o dağlar toz hâline gelip savrulduğu zaman,


وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْ

77 el-Murselât 11 ve/andolsun ki, o rasûller, belirlenen vakitte geldiği zaman...

ve/andolsun ki, o rasûller/elçiler, belirlenen vakitte geldiği zaman...

Artık o doğup karanlıkta parıldayan yıldızlar izleri silinip yok edilerek tamamen ortadan kaldırıldıkları zaman ve andolsun ki, gök çatlayarak yarıldığı zaman ve andolsun ki, dağlar toz hâline gelip savrulduğu zaman ve andolsun ki, o elçiler, belirlenen vakitte geldiği zaman... işte o zaman o size vaad edilen ne varsa, kesinlikle gerçekleşmiş olacak!


لِاَىِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْ

77 el-Murselât 12 Hangi gün için acele ediliyor?

Bu bildirdiklerimizi hafife alanlar, alaycı-küçümseyici bir tavır içinde, âdetâ: “Ne zaman gerçekleşecekmiş o vaad edilen! Haydi, bir an evvel gerçekleşsin de görelim!” dercesine sergiledikleri o aceleciliğin hangi gün için olduğunu gerçekten biliyorlar mı?


لِيَوْمِ الْفَصْلِ

77 el-Murselât 13 O Fasl Günü için!

Alaycı-küçümseyici bir tavır içinde “Bir an önce gelsin de görelim!” dedikleri  gün, Hakk ile bâtılın arasını çok belirgin bir kesinlikle ayırarak ortaya çıkaracak olan o “Fasl Günü” dür!


وَمَا اَدْرٰیكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ

77 el-Murselât 14 Ve ne idrâk ettirdi sana, ne olduğunu o Fasl Günü’nün?

Ve Hakk ile bâtılın arasını çok belirgin bir kesinlikle ayırarak ortaya çıkaracak olan o “Fasl Günü”nün ne olduğunu en son noktasına vardırarak, yâni, hakkında bilinmesi gereken herşeyi bilmeni sağlayarak ne bildirdi ve de bildirebilir sana, bu vahiyden başka?


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 15 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّلٖينَ

77 el-Murselât 16 Helâk etmedik mi o evvelkileri?

Helâk etmedik mi/İlâhî Hikmetten kaynaklanan İlâhî Sebeb-Sonuç İlişkisi olan Sünnetullâh’ın değişmez kuralı gereği yok edip ortadan kaldırmadık mı o evvelkileri?

Sizden önce yaşamış ve de vahyin bildirdiklerini, uyarılarını hiç dikkate almamış olan toplumları ve insanları İlâhî Hikmetten kaynaklanan İlâhî Sebeb-Sonuç İlişkisi olan Sünnetullâh’ın değişmez kuralı gereği yok edip ortadan kaldırdığımızı görmüyor musunuz?


ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِرٖينَ

77 el-Murselât 17 Sonra tâbî kılarız onlara o sonrakileri!

Aynı durum sonra gelen ve vahyin bildirdiklerine-uyarılarına karşı aynı tavrı sergileyen toplumlar ve insanlar için de geçerlidir!


كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمٖينَ

77 el-Murselât 18 İşte tıpkı bunun gibi, yapıp-ederiz o mücrimlerle!

İşte tıpkı bunun gibi, yapıp-ederiz o mücrimlerle/maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlarla!

İşte, maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanların başına gelecek olan budur!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 19 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهٖينٍ

77 el-Murselât 20 Tasarlayıp yaratmadık mı sizi değersiz, zayıf bir sudan?

Sizi, salt bedenî zevkler uğruna kolayca isrâf edilebildiği için, değersiz ve zayıf bir sudan ibâret olan bir anamaddeden tasarlayıp yaratmadık mı?


فَجَعَلْنَاهُ فٖى قَرَارٍ مَكٖينٍ

77 el-Murselât 21 Artık vâr ettik onu, sonu güvenli, sağlam, korunaklı bir mekânın içinde,

اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍ

77 el-Murselât 22 ma’lûm bir kadere doğru!

Sonra o tasarlayıp yarattığımızı, yalnızca Bizim tarafımızdan bilinen ve yine yalnızca Bizim tarafımızdan belirlenmiş bir ölçü doğrultusunda, sonu güvenli, sağlam ve korunaklı bir mekân olan ana rahminin içinde vâr ettik!

فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ

77 el-Murselât 23 Artık takdîr ettik! Artık ne güzel o takdîr edenler!

Artık takdîr ettik/bir ölçü belirledik! Artık ne güzel o takdîr edenler/ölçü belirleyenler!

Sonra yalnızca bir ölçü belirledik o tasarlayıp yarattığımız için! Ne güzeldir o ölçüyü belirlemiş olan!

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 24 Vay hâline o gün, o  yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتًا

77 el-Murselât 25 Kılmadık mı arzı, kıstırılıp kavranılarak toplandıkları bir yer

Kılmadık mı arzı/yeryüzünü, kıstırılıp kavranılarak toplandıkları bir yer

اَحْيَاءً وَاَمْوَاتًا

77 el-Murselât 26 dirilere ve ölülere?

Yeryüzünü diriler ve ölüler için o Son Gün geldiğinde, kıstırılıp kavranılarak toplandıkları bir yer hâline getirmedik mi?


وَجَعَلْنَا فٖيهَا رَوَاسِىَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا

77 el-Murselât 27 Ve/Andolsun ki, vâr ettik onda sarsılmaz dağlar haşmetli ve içmeniz için sunduk size tatlı bir su...

Ve/Andolsun ki, vâr ettik onda sarsılmaz dağlar haşmetli ve içmeniz için bir pay olarak sunduk size tatlı bir su...

Ve andolsun ki, o yeryüzünde, haşmetli ve sarsılmaz dağlar vâr ettik ve size içmeniz için payınıza düşen tatlı bir su sunduk...


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 28 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


اِنْطَلِقُوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِهٖ تُكَذِّبُونَ

77 el-Murselât 29 Yerinizden ayrılıp gidin ona doğru, ne varsa hakkında hep ısrarla yalanlayageldiğiniz!

Haydi, kendinizi güvende hissettiğiniz neresi varsa çıkıp ayrılın oradan ve kabirlerinizden ve gidin bakalım o bir ömür boyu ısrarla yalanlayageldiğiniz ama şimdi artık gerçekleşmiş olan vaadimizin neticesine doğru, yüzleşin onunla!


اِنْطَلِقُوا اِلٰى ظِلٍّ ذٖى ثَلٰثِ شُعَبٍ

77 el-Murselât 30 Yerinizden ayrılıp gidin, bir gölgeye doğru, sâhibi üç şu’benin!

Yerinizden ayrılıp gidin, bir gölgeye doğru, sâhibi üç şu’benin/üç dalı-kolu-çatalı olan!


لَا ظَلٖيلٍ وَلَا يُغْنٖى مِنَ اللَّهَبِ

77 el-Murselât 31 asla gölgelendirmez ve asla kazandırmaz o alev alev yanandan!

asla gölgelendirmez ve asla kazandırmaz bir korunma o alev alev yanandan!

Haydi, kendinizi güvende hissettiğiniz neresi varsa çıkıp ayrılın oradan ve kabirlerinizden ve gidin bakalım o asla gölgelendirmeyen ve alev alev yanan ateşten korumayan üç çatallı bir gölgeye doğru!


اِنَّهَا تَرْمٖى بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ

77 el-Murselât 32 Şu kesin bir gerçek ki o, fırlatır kıvılcımlar ağaçların kökleri/kütükler gibi!

O alev alev yanan ateş ki, ağaç köklerine ve kütüklere benzeyen, devâsa kıvılcımlar fırlatır çevresine!


كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ

77 el-Murselât 33 Şu kesin bir gerçek ki o, sarı halatlar/sarı develer gibi!

O alev alev yanan ateş ki, alevleri sarı halatlara ya da sarı develerin meydâna getirdiği kervanlara benzer!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 34 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


هٰـذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَ

77 el-Murselât 35 Bu bir gün ki, asla konuşmazlar!

Bu öyle bir gündür ki, asla konuşamazlar – konuşacak hâlleri kalmamıştır, kalmaz!


وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ

77 el-Murselât 36 Ve/Andolsun ki, asla izin verilmez onlara artık özür dilemelerine!

Ve andolsun ki, o gün artık onların özür dilemelerine asla izin verilmez!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 37 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


هٰـذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّلٖينَ

77 el-Murselât 38 Bu Fasl Günü bir araya getirip topladık sizi ve/andolsun ki, o evvelkileri!

Hakk ile bâtılın arasını çok belirgin bir kesinlikle ayırarak ortaya koyan bu “Fasl Günü”nde hem sizi hem de sizden önce yaşamış olanları bir araya getirip topladık!

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكٖيدُونِ

77 el-Murselât 39 Artık eğer olduysa size bir hîle, artık Bana yapın o hîleyi!

Artık eğer bir hîleniz varsa o “Fasl Günü” başınıza gelecek olanlardan kaçabileceğiniz, yapın Bana o hîleyi de görelim!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 40 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


اِنَّ الْمُتَّقٖينَ فٖى ظِلَالٍ وَعُيُونٍ

77 el-Murselât 41 Şu kesin bir gerçek ki, o muttakîler gölgeler içinde ve pınarlarda,

Şu kesin bir gerçek ki, o muttakîler/ALLAH’ın mubârek Kur’ân’da bildirdiği bütün emir, kural, ölçü ve yasakların insanı, yaratılış amacı doğrultusunda yaşamasına zarar verebilecek her türlü tehlikeden korumak için koyduğunu idrâk edip ALLAH karşısında bir sorumluluk bilinci oluşturarak O’nun bildirdiği bütün emir, kural, ölçü ve yasaklara sadâkatle ve kesinlikle uyma gayreti içinde bu sorumluluk bilincini taşımanın gereklerini büyük bir titizlikle yerine getirmeye azmedenler gölgeler içinde ve pınarlarda olurlar,


وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ

77 el-Murselât 42 ve/andolsun ki, meyveler, ne varsa iştâh duyduklarından!

ve/andolsun ki, zevk verip mutlu kılan meyveler, ne varsa iştâh duyduklarından!

Şu kesin bir gerçek ki, ALLAH’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar ve bu bilinci taşımanın gereklerini yerine getirenler, dolayısıyla da yaradılış amaçlarına zarar verebilecek her türlü kötülükten ve tehlikeden kendilerini titizlikle koruma gayreti içinde olanlar gölgeler içinde ve pınarlarda olurlar ve orada iştâh duydukları, onlara zevk verip, onları mutlu kılan meyvelerin hepsini bulurlar!


كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنٖيپًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

77 el-Murselât 43 “Yiyin ve için âfîyetle, ne varsa amel edegeldiğinizle!”
“Yiyin ve için âfîyetle, ne varsa amel edegeldiğinizle/kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek yapıp-edegeldiğinizle!”


Ve onlara şöyle seslenilir: “Kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek yapıp-edegeldiklerinizin biri ürünü olan bu muhteşem güzellikteki ikramlardan âfîyetle yiyin ve için!”


اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِى الْمُحْسِنٖينَ

77 el-Murselât 44 Şu kesin bir gerçek ki Biz, işte tıpkı böyle karşılık veririz o muhsînlere!

Şu kesin bir gerçek ki Biz, işte tıpkı böyle değer bakımından yeterli karşılığı veririz o muhsînlere/Hakk Dîn’in koyduğu ölçüler ve bildirdiği emirler doğrultusunda yapılması gereken bütün işleri en güzel şekilde yaparak Bize, Bizi her ân ve her yerde görüyormuşçasına kulluk edenlere!

Şu kesin bir gerçek ki Biz, Hakk Dîn’in koyduğu ölçüler ve bildirdiği emirler doğrultusunda yapılması gereken bütün işleri en güzel şekilde yaparak Bize, Bizi her ân ve her yerde görüyormuşçasına kulluk edenlere bu tutumlarının değer bakımından yeterli karşılığını işte böyle veririz!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 45 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلٖيلًا اِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ

77 el-Murselât 46 Yiyin ve hâz alın biraz! Şu kesin bir gerçek ki, siz mücrimlersiniz!

Yiyin ve hâz alın biraz! Şu kesin bir gerçek ki, siz mücrimlersiniz/maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlarsınız!

Size gelince, ey maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlar... Dünya hayatınızda yiyin ve hâz alın biraz! Şu kesin bir gerçek ki, siz maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlarsınız!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 47 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!


وَاِذَا قٖيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ

77 el-Murselât 48 Ve/Andolsun, dendiği zaman onlara “Rukû edin!”, asla rukû etmezler!

Ve andolsun, o maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlara Hakk ve Hakîkat’in karşısında “Rukû edin!” yâni, “Eğilin!”, asla rukû etmezler, yâni, bütün tutum ve davranışlarıyla Hakk ve Hakîkat’in karşısında eğilip O’na gereken saygıyı asla göstermezler!


وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ

77 el-Murselât 49 Vay hâline o gün, o yalanlayanların!

Vay hâline o gün, o ısrarla yalanlayanların Hakk ve Hakîkat’i!



فَبِاَیِّ حَدٖيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ

77 el-Murselât 50 Artık hangi hadîse bundan sonra îmân ederler?

Artık hangi hadîse/sözlü bilgi aktarımına bundan sonra îmân ederler?

İşte bilmeleri gereken herşeyi apaçık bildiriyoruz insanlara safha safha... Bundan sonra artık hangi kaynağı bakımından kesinlikle doğru ve dolayısıyla da  güvenilir olan sözlü bilgi aktarımına îmân edebilir ki insan?


عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ

78 EN-NEBE’ 1 NE HAKKINDA SUÂL EDİYORLAR BİRBİRLERİNE?

Ne hakkında suâl ediyorlar/soruyorlar birbirlerine?

Birbirlerine ne hakkında soruyorlar?

عَنِ النَّبَاِ الْعَظٖيمِ

78 en-Nebe’ 2 O bilinmesi mutlaka gereken, çok önemli, kaynağı itibâriyle kesinlikle doğru olan haberden, muazzam!

Birbirlerine o bilinmesi mutlaka gereken, çok önemli, kaynağı itibâriyle kesinlikle doğru olan muazzam haberin ne olduğunu soruyorlar!


اَلَّذٖى هُمْ فٖيهِ مُخْتَلِفُونَ

78 en-Nebe’ 3 O ki, onlar onda ihtilâf ettiler!

O bilinmesi mutlaka gereken, çok önemli, kaynağı itibâriyle kesinlikle doğru olan haber ki, onlar onda ihtilâf ettiler/mâhiyeti hakkında karşıt görüşler dile getirdiler!

Bu soruyu soranlar o bilinmesi mutlaka gereken, çok önemli, kaynağı itibâriyle kesinlikle doğru olan muazzam haberin ne olduğu ve mâhiyeti hakkında karşıt görüşler dile getirdiler!


كَلَّا سَيَعْلَمُونَ

78 en-Nebe’ 4 Hayır! Siz öyle zannetmeseniz bile, bu kesinlikle böyledir! Bilecekler!

ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ

78 en-Nebe’ 5 Ve bir kere daha:  Hayır! Siz öyle zannetmeseniz bile, bu kesinlikle böyledir! Bilecekler!


اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَادًا

78 en-Nebe’ 6 Kılmadık mı o arzı bir döşek?

Kılmadık mı o arzı/yeryüzünü bir döşek?

Biz yeryüzünü tıpkı bir döşek gibi döşeyerek sunmadık mı hizmetinize?


وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا

78 en-Nebe’ 7 Ve/Andolsun, o dağları direkler?

Ve dağları tıpkı yere çakılmış kazıklar gibi dikmedik mi o yeryüzünün üzerine?


وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجًا

78 en-Nebe’ 8 Ve/Andolsun, tasarlayıp yarattık sizi çiftler!

Ve tasarlayıp yarattık sizi birbirine eşlik eden çiftler olarak!

Ve sizi birbirine eşlik eden çiftler olmanız doğrultusunda tasarlayıp yarattık!


وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا

78 en-Nebe’ 9 Ve/Andolsun, kıldık uykunuzu çalışmayı kesiş!

Ve uykunuzu sizin için bir dinlenme süresi kıldık!


وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاسًا

78 en-Nebe’ 10 Ve/Andolsun, kıldık o geceyi bir libâs!

Ve kıldık o geceyi bir libâs/bu bağlamda: gizleyici bir örtü!

Ve geceyi dünyaya ve hayata gizleyici bir örtü kıldık!


وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا

78 en-Nebe’ 11 Ve/Andolsun, kıldık o gündüzü bir hayatı sürdürme gayreti ortaya koyuş!

Ve gündüzü bir hayatı sürdürme gayreti ortaya koyma ortamı kıldık!


وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا

78 en-Nebe’ 12 Ve/Andolsun, binâ ettik üstünüzde yedi sağlam!

Ve üstünüzde yedi sağlam katman binâ ettik!


وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا

78 en-Nebe’ 13 Ve/Andolsun, vâr ettik  bir ışık kaynağı ışık çıkartarak parıldayan!

Ve yine üstünüzde ışık çıkartarak parıldayan bir ışık kaynağı vâr ettik!



وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاءً ثَجَّاجًا

78 en-Nebe’ 14 Ve/Andolsun, indirdik o yağmur bulutlarından bir su, şarıl şarıl akan,

Ve indirdik yağmur bulutlarından/içlerinde tıka-basa dolu hâlde taşıdıkları su sıkılarak alınmaya hazır hâle getirilmiş bulutlardan bir su, şarıl şarıl akan


لِنُخْرِجَ بِهٖ حَبًّا وَنَبَاتًا

78 en-Nebe’ 15  çıkartmak için onunla tahıl taneleri ve bitkiler,


وَجَنَّاتٍ اَلْفَافًا

78 en-Nebe’ 16 ve birtakım cennetler birbirine iyice yaklaştırılmış!

ve birtakım cennetler/bu bağlamda: altındaki toprağı gizleyecek kadar sık ağaçlı bahçeler, bitkileri birbirine iyice yaklaştırılmış olan!

Ve yerden tahıl taneleri ve nice bitkiler çıkartmak ve altındaki toprağı gizleyecek kadar bereketli bir bitki örtüsüne sahip sık ağaçlı bahçelerin oluşturulmasını sağlamak için, içlerinde tıka-basa dolu taşıdıkları su sıkılarak alınmaya hazır hâle getirilmiş yağmur bulutlarından şarıl şarıl akan bir su indirdik!


اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مٖيقَاتًا

78 en-Nebe’ 17 Şu kesin bir gerçek ki, o Fasl Günü olagelmiştir belirlenmiş bir vakit:

Şu kesin bir gerçek ki, o Fasl Günü/Hakk ile bâtılın arasını çok belirgin bir kesinlikle ayırarak ortaya konduğu gün  hep olagelmiştir belirlenmiş bir vakit:


Şu kesin bir gerçek ki, Hakk ile bâtılın arasını çok belirgin bir kesinlikle ayırarak ortaya konacağı o “Fasl Günü”nün çok önceden belirlenmiş bir vakti var:


يَوْمَ يُنْفَخُ فِى الصُّورِ فَتَاْتُونَ اَفْوَاجًا

78 en-Nebe’ 18 o gün ki üflenir Sûr’a, artık gelirsiniz sür’atle hareket eden topluluklar hâlinde! 

O gün “Sûr”a üflenir ve siz sür’atle hareket eden topluluklar hâlinde huzûrumuza gelirsiniz!


وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ اَبْوَابًا

78 en-Nebe’ 19 Ve/Andolsun ki, açılır semâ; artık olmuştur kapılar!

Ve/Andolsun ki, açılır semâ/gök; artık olmuştur kapılar!

Ve andolsun ki, gök kapılar olup açılır!


وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

78 en-Nebe’ 20 Ve/andolsun ki, hareket eder dağlar; artık olmuştur bir serâb!

Ve/andolsun ki, hareket eder dağlar; artık olmuştur bir serâb/kendi gerçekliği olmayan, akıp geçen bir şey!

Ve andolsun ki, dağlar kendi gerçekliği olmayan, akıp geçen şeyler hâline gelip hareket eder!


اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا

78 en-Nebe’ 21 Şu kesin bir gerçek ki,  Cehennem olmuştur bir bekleyerek gözleme yeri,

لِلطَّاغٖينَ مَاٰبًا

78 en-Nebe’ 22 zâlimler için dönüp varılacak yer!

Şu kesin bir gerçek ki, adâletsizlik yaparak insanlara her türlü baskıda ve eziyette bulunan dolayısıyla da câhiliye karanlığının yaygınlaşmasına yol açan kimselerin dönüp varılacak yeri olan Cehennem, onları bir bekleyerek gözleme yeri hâline gelmiştir!

لَابِثٖينَ فٖيهَا اَحْقَابًا

78 en-Nebe’ 23 Kalırlar onun içinde belirsiz uzunlukta bir süre!

Onlar o cehennem’in içinde belirsiz uzunlukta bir süre boyunca kalırlar!


لَا يَذُوقُونَ فٖيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا

78 en-Nebe’ 24 Asla tatmazlar onun içinde bir serinlik ve asla bir içecek!
Onlar orada asla bir serinlik ve bir içecek bulamazlar!


اِلَّا حَمٖيمًا وَغَسَّاقًا

78 en-Nebe’ 25 İllâ/ancak bir kaynar sıcaklık ve/andolsun ki, Cehennemliklerin derilerinden damlayan kanlı cerahât!

İllâ/ancak bir kaynar sıcaklık/ya da mecâzen: yakıcı bir ümitsizlik ve/andolsun ki, Cehennemliklerin derilerinden damlayan kanlı cerahât/ya da mecâzen: buz gibi bir zifirî karanlık!

Orada içecek olarak bulacakları yegâne şey yakıcı bir ümitsizlik veren kaynar bir sıcaklık ve buz gibi bir zifirî karanlığın içinde, Cehennemliklerin derilerinden damlayan kanlı cerahâttir!


جَزَاءً وِفَاقًا

78 en-Nebe’ 26 bir karşılık, uygun!

bir karşılık değer bakımından yeterli, tam tamına uygun!

Bu hayattayken sergiledikleri zulmün değer bakımından yeterli, tam tamına uygun bir karşılığıdır!


اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًا

78 en-Nebe’ 27 Şu kesin bir gerçek ki, onlar asla ummazlardı hesaba çekileceklerini!

Şu kesin bir gerçek ki adâletsizlik yaparak insanlara her türlü baskıda ve eziyette bulunan dolayısıyla da câhiliye karanlığının yaygınlaşmasına yol açanlar bir gün bu davranışlarının nihâî hesâbını vermek ve sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklarını asla akıllarına getirmezlerdi!


وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّابًا

78 en-Nebe’ 28 Ve/andolsun ki, âyetlerimizi yalanladılar bir yalancılıkla!

Ve ısrarlı bir yalancılıkla, ısrarla yalanlanlayıp durdular âyetlerimizi!


وَكُلَّ شَیْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا

78 en-Nebe’ 29 Ve/andolsun ki, her şeyi! Saydık sıraladık onu, kayda geçirerek!

Ve bu bağlamda Hakk ve Hakîkat’e dair her şeyi de ısrarla yalanlamış oldular! Onların bu ısrarlı yalanlamalarını bir bir kayda geçirerek sayıp sıraladık!


فَذُوقُوا فَلَنْ نَزٖيدَكُمْ اِلَّا عَذَابًا

78 en-Nebe’ 30 Artık tadın! Artık hiçbir şeyi arttırmayacağız size, illâ/ancak bir azâb!

Artık tadın hakketmiş olduğunuz azâbı! O azâbın, bir süre sonra ondan kurtulma umudu taşıdığınız ve onu çekmeye alışacağınız için giderek hafifleyeceğini, azalacağını düşünüyorsanız, kesinlikle yanılıyorsunuz: Biz o umudu ve alışkanlığı değil, yalnızca o azâbı, onu hakkıyla yaşamanız için giderek arttıracağız!

اِنَّ لِلْمُتَّقٖينَ مَفَازًا

78 en-Nebe’ 31 Şu kesin bir gerçek ki, muttakîler için bir zafer ortamı var!

Şu kesin bir gerçek ki, muttakîler için kurtuluş getiren bir zafer ortamı var!

Şu kesin bir gerçek ki, ALLAH’a karşı sorumluluk bilinci taşıyıp, bu sorumluluk bilincini taşımanın gereklerini yerine getirerek yaradılış amaçlarına zarar verebilecek her türlü kötülükten ve tehlikeden kendilerini titizlikle koruma gayreti içinde olanlar için kurtuluş getiren bir zafer ortamı var!


حَدَائِقَ وَاَعْنَابًا

78 en-Nebe’ 32 sulak arâzîler ve üzüm bağları,
sulak arâzîler, etrâfı çevrili ve üzüm bağları,


وَكَوَاعِبَ اَتْرَابًا

78 en-Nebe’ 33 ve gözalıcı nitelikte eşler birbirine denk,


وَكَاْسًا دِهَاقًا

78 en-Nebe’ 34 ve içecek dolu kâseler, dopdolu...

Etrâfı çevrili sulak bahçeler ve üzüm bağları ve birbirine denk, uyumlu gözalıcı eşler ve içecek dolu kâseler, hepsi de dopdolu...


لَا يَسْمَعُونَ فٖيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا

78 en-Nebe’ 35 Asla işitmezler onda boş sözler ve/andolsun, asla ısrarlı bir yalancılık!

O kurtuluş getiren zafer ortamında asla boş sözler, anlamsız-değersiz konuşmalar işitmezler ve asla ısrarlı bir yalancılıkla muhatab olmazlar!


جَزَاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَاءً حِسَابًا

78 en-Nebe’ 36 bir karşılık Rabbinden, bahşedilmiş bir armağan, hesâb doğrultusunda.

bir karşılık ki, eğer bakımından yeterli Rabbinden, bahşedilmiş bir armağan, hesâb doğrultusunda.

Bu hayattayken sergiledikleri ALLAH’a karşı sorumluluk bilinci taşıyıp, bu sorumluluk bilincini taşımanın gereklerini yerine getirerek yaradılış amaçlarına zarar verebilecek her türlü kötülükten ve tehlikeden kendilerini titizlikle koruma gayretinin değer bakımından yeterli bir karşılığıdır Rabbinden, hesâb doğrultusunda bahşedilmiş bir armağandır!


ذَرْنٖى وَمَنْ خَلَقْتُ وَحٖيدًا

74 EL-MUDDESSİR 11 BIRAK BENİ VE KİMİ TASARLAYIP YARATTIYSAM ONU, TEK BAŞINA

Beni ve tek başına, tek olarak tasarlayıp yarattığım kim varsa onu, başbaşa bırak ki, hakkındaki hükmümü Ben uygulayayım:


وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًا

74 el-Muddessir 12 Ve/Andolsun, vâr ettim onun için birtakım mallar, uzatılmış olarak!


وَبَنٖينَ شُهُودًا

74 el-Muddessir 13 ve oğullar şâhidler olarak,

ve oğullar buna şâhidler olarak,


وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْهٖيدًا

74 el-Muddessir 14 ve rahat edebilmesi için yayıp genişleterek düzenledim onun için, rahat edebilmesi için yayılıp genişletilip düzenlenmiş olarak!

ve rahat edebilmesi için yayıp genişleterek düzenledim onun için hayatın şartlarını-sunduğu imkânları, rahat edebilmesi için yayılıp genişletilip düzenlenmiş olarak!

Ve andolsun, onun için nitelik ve nicelik bakımından uzun soluklu birtakım servet kaynakları vâr ettim! Ve rahat edebilmeleri ve bütün bu bahşettiklerime şâhid olsunlar diye oğullar, çocuklar vâr ettim onlar için! Ve hayatın şartlarını, sunduğu imkânları yayıp genişleterek düzenledim!


ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَزٖيدَ

74 el-Muddessir 15 Sonra şiddetle arzular arttırmamı!

Buna rağmen gözü doymak bilmez, şükretmez ve kendisine bahşettiklerimi daha da arttırmamı şiddetle arzular, ister!


كَلَّا اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَنٖيدًا

74 el-Muddessir 16 Hayır! Siz öyle zannetmeseniz bile, bu kesinlikle böyledir! Şu kesin bir gerçek ki o, âyetlerimize inâd edegeldi!

Hayır! Siz öyle zannetmeseniz bile, bu kesinlikle böyledir! Şu kesin bir gerçek ki o, âyetlerimize karşı çıkmakta hep inâd edegeldi!

Hayır! Siz öyle zannetmeseniz bile, bu kesinlikle böyledir! Şu kesin bir gerçek ki, insanlardan bazıları, onlar için nitelik ve nicelik bakımından uzun soluklu birtakım servet kaynakları; rahat edebilmeleri ve bütün bu bahşettiklerime şâhid olsunlar diye oğullar, çocuklar vâr edip, hayatın şartlarını, sunduğu imkânları yayıp genişleterek düzenlemiş olmamıza rağmen, âyetlerimize karşı çıkmakta hep inâd edegeldi!


سَاُرْهِقُهُ صَعُودًا

74 el-Muddessir 17 Zorla sardıracağım onu bir meşakkatli tırmanışa!

İşte bu yüzden onlar, dünya hayatlarında zorlu bir tırmanışın ağır şartlarını yaşamak zorunda kalacaklar!


اِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ

74 el-Muddessir 18 Şu kesin bir gerçek ki o, düşündü ve takdîr etti!

Şu kesin bir gerçek ki o, düşündü ve takdîr etti/bu bağlamda: ölçüp-biçti!

Şu kesin bir gerçek ki,  kendileri için nitelik ve nicelik bakımından uzun soluklu birtakım servet kaynakları; rahat edebilmeleri ve bütün bu bahşettiklerime şâhid olsunlar diye oğullar, çocuklar vâr edip, hayatın şartlarını, sunduğu imkânları yayıp genişleterek düzenlemiş olmamıza rağmen, âyetlerimize karşı çıkmakta hep inâd edegelen bu kimseler, bunu hep kendi çıkarları doğrultusunda davrandıklarını zannederek yaptılar: âyetlerimizi bu doğrultuda düşünüp değerlendirdiler ve onları kendilerince ölçüp-biçtiler!


فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ

74 el-Muddessir 19 Öldürülesice! Nasıl takdîr etti!

Yazıklar olsun bu insanların bitmek tükenmek bilmez açgözlülüğüne ve şükürsüzlüğüne! Âyetlerimizi nasıl da hep kendi çıkarları doğrultusunda davrandıklarını zannederek ölçüp-biçtiler!


ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ

74 el-Muddessir 20 Bir kere daha: Öldürülesice! Nasıl takdîr etti!

Zihninizde iyice yer etmesi için bir daha tekrar ediyorum bu hakîkati: Yazıklar olsun bu insanların bitmek tükenmek bilmez açgözlülüğüne ve şükürsüzlüğüne! Âyetlerimizi nasıl da hep kendi çıkarları doğrultusunda davrandıklarını zannederek ölçüp-biçtiler!


ثُمَّ نَظَرَ

74 el-Muddessir 21 Sonra nazar etti...

Sonra nazar etti/iyice idrâk etmek üzere araştırarak dikkatle baktı...  

Sonra o insanlar iyice idrâk etmek üzere araştırarak bir daha dikkatle baktılar âyetlerimize...


ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ

74 el-Muddessir 22 Sonra yüzünü buruşturdu ve/andolsun ki, kasılıp kaldı...

Sonra kaşlarını çatarak yüzünü buruşturdu ve vakti gelmeden kasılıp kaldı yüzü...

Görüp anladıklerı hiç işlerine gelmediği için kaşlarını çatarak yüzlerini buruşturdular ve sonucunu beklemeden takındkları o rahatsız tavır yüzlerine iyice yerleşip, gözle görünür  hâle geldi!


ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ

74 el-Muddessir 23 Sonra gerisini döndü ve küstahça büyüklük taslayarak küçümsedi...


فَقَالَ اِنْ هٰـذَا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ

74 el-Muddessir 24 Artık dedi ki: “Besbelli ki bu, ancak bir sihir, bilgi olarak aktarılmış olan!

Artık dedi ki: “Besbelli ki bu, ancak bir sihir ona dair bir istek-beklentimiz olmaksızın bize bilgi olarak aktarılmış olan!


اِنْ هٰـذَا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ

74 el-Muddessir 25 Besbelli ki bu, ancak sözü o beşerin!”

Sonra bahşettiklerimizi, âyetlerimizi küstahça büyüklük taslayarak küçümseyip onlara gerilerini döndüler ve dediler ki: “Besbelli ki bu âyetler, bu konularda herhangi bir  isteğimiz veya beklentimiz olmadığı hâlde bize bilgi olarak aktarılmış olan bir sihirden, kendi gerçekliği olmayan bir aldatmacadan ibâret! Ve yine besbelli ki bunlar, ALLAH’tan gelen bir vahiy değil, ancak biyolojik varlık olarak birbirinden farklı olmayan ölümlü insanlardan birinin sözleri!”


سَاُصْلٖيهِ سَقَرَ

74 el-Muddessir 26 Yanışa katlanmak durumunda bırakacağım onu, o seqârda!

O insanlar, İlâhî Hikmetten kaynaklanan İlâhî Sebeb-Sonuç İlişkisi olan Sünnetullâh’ın değişmez kuralı gereği, kendilerini, “cildi yakıp kavurarak kapkara hâle getiren bir ateş” olarak bilinen o “seqâr”daki yanışa katlanmak durumunda bırakmış olurlar!


وَمَا اَدْرٰیكَ مَا سَقَرُ

74 el-Muddessir 27 Ve ne idrâk ettirdi sana, ne olduğunu o seqârın?

Ve senin yalnızca “cildi yakıp kavurarak kapkara hâle getiren bir ateş” olarak bildiğin “seqâr”ın aslında ne olduğunu, en son noktasına vardırarak, yâni, hakkında bilinmesi gereken herşeyi bilmeni sağlayarak sana ne ya da kim bildirebilir bu vahiyden başka?


لَا تُبْقٖى وَلَا تَذَرُ

74 el-Muddessir 28 Asla bakıyye koymaz ve/andolsun ki, asla bırakmaz!

Asla bakıyye/geriye kalan bir şey koymaz ve/andolsun ki, asla tamamen yok etmeden bırakmaz!

O “seqâr” öyle bir ateştir ki,  asla geriye kalan bir şey koymaz ve andolsun ki, asla tamamen yok etmeden bırakmaz!


لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِ

74 el-Muddessir 29 Dış görünümde meydana gelen değişme, parlak bir levhâymışçasına yansıtarak gösterir o beşere!

Bu yanıştan dolayı meydana gelen dış görünümdeki değişme, parlak bir levhâymışçasına yansıtarak gösterir o beşere, Hakk ve Hakîkat’e karşı sergilemiş olduğu tavrın korkunç sonucunu!

Ve bu yanıştan dolayı dış görünümde meydana gelen değişme biyolojik bir varlık olarak birbirinden hiç farkı olmayan bütün o ölümlü insanlara Hakk ve Hakîkat’e karşı sergilenen bu küstah tavrın korkunç sonucunu parlak bir levhâymışçasına yansıtarak gösterir!

عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ

74 el-Muddessir 30 Üzerine onun ondokuz var!

Üzerine onun ondokuz var!

..................................................................................................................................


وَالصُّبْحِ اِذَا اَسْفَرَ

74 el-Muddessir 34 Andolsun sabaha, rengi ışıldadığı zaman!

Andolsun sabaha, gecenin örtüsünü kaldırıp da ufku güneşin ilk ışıklarıyla kızıla boyayan rengi ışıldadığı zaman!

İşte, sabahın, gecenin örtüsünü kaldırıp da ufku güneşin ilk ışıklarıyla kızıla boyayan rengi ışıldadığı zamanı üzerine yemin ederek dikkatini çekiyorum – ki, düşünesin bununla hangi Hakîkat’e işâret ettiğim üzerinde!


اِنَّهَا لَاِحْدَى الْكُبَرِ

74 el-Muddessir 35 Şu kesin bir gerçek ki, kesinlikle biridir, o en büyük olanların!

Şu kesin bir gerçek ki, sana bildirdiğimiz bu Hakîkat’ler kesinlikle biridir, o en büyük olanların!


نَذٖيرًا لِلْبَشَرِ

74 el-Muddessir 36 Bir uyarıcı, beşer için!

Hakk ve Hakîkat’e îmân edip o doğrultuda yaşamadıkları sürece başlarına gelecek tehlikeyi haber veren bir uyarıcı, beşer/biyolojik varlık olarak birbirinden farklı olmayan ölümlü insanlar için!


لِمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَ

74 el-Muddessir 37 Kim varsa isteyene sizden, ileri gitmeyi ya da geride kalmayı!

Şu kesin bir gerçek ki, varlığını bildirip, niteliğini açıkladığımız bu en büyük hakîkatler, biyolojik bir varlık olarak birbirinden hiç farkı olmayan bütün o ölümlü insanlardan iyice ileri gitmeyi ya da iyice geride kalmayı isteyenler için Hakk ve Hakîkat’e îmân edilip o doğrultuda yaşanmadığı sürece başa gelecek tehlikeyi haber veren bir uyarıdır!


كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهٖينَةٌ

74 el-Muddessir 38 Bütün nefsler ne varsa kazandıklarıyla, bir rehinedir!

Bütün nefsler ne varsa kazandıklarıyla, bir rehinedir/rehin tutulur/dünya hayatında kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek yapıp-ettikleriyle hiç değişmeden kalarak hakkettikleri yerde durdulur!

Herkes dünya hayatında kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek yapıp-ettikleriyle ve elde edip kazandıklarıyla hiç değişmeden kalarak, hakkettiği yerde durdulur!


اِلَّا اَصْحَابَ الْيَمٖينِ

74 el-Muddessir 39 İllâ/ancak o Ashâbu’l-Yemîn!

İllâ/ancak o Ashâbu’l-Yemîn/Hakk ve Hakîkat doğrultusunda yaşadıkları için kavuştukları maddî-mânevî bereket ve mutluluğa, ondan hiç ayrılmamacasına eşlik ederek sâhip olanlar hâriç:


فٖى جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ

74 el-Muddessir 40 Bir cennetin içinde suâl ederler birbirlerine

“İlâhî Hasbahçe” olan bir cennetin içinde suâl ederler/sorarlar birbirlerine


عَنِ الْمُجْرِمٖينَ

74 el-Muddessir 41 o mücrimlerden:

o mücrimlerden/maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlardan:

مَا سَلَكَكُمْ فٖى سَقَرَ

74 el-Muddessir 42 “Nedir katlanmak zorunda bırakan sizi o seqârın içinde?”

Ancak o Hakk ve Hakîkat doğrultusunda yaşadıkları için kavuştukları maddî-mânevî bereket ve mutluluğa, ondan hiç ayrılmamacasına eşlik ederek sâhip olanlar “İlâhî Hasbahçe” olan Cennet’in içinden maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlara sorarlar: “Sizi cildi yakıp kavurarak kapkara hâle getiren ve asla geriye kalan bir şey koymayan ve asla tamamen yok etmeden bırakmayan bir ateş olan o “seqâr”ın içinde tatmakta olduğunuz o azâba katlanmak zorunda bırakan nedir?” diye.


قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّٖينَ

74 el-Muddessir 43 Derler ki: “Hiç olmadık o musallînden...

Derler ki: “Hiç olmadık o musallînden/ALLAH’ın kulu olma şuurunu kazanıp, onu koruma ve geliştirme gayreti sergileyenlerden ve vahiy tamamlandığından beri, ALLAH’ın kulu olma şuurunu koruyup geliştirmenin ALLAH tarafından belirlenmiş yöntemi ve Hakk Dîn’in direği olan namazı kılanlardan...


وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكٖينَ

74 el-Muddessir 44 ve hiç olmadık o miskîni doyuran... 

ve hiç olmadık o miskîni/yokluk ve yoksulluktan dolayı yerinden kıpırdayacak mecâli kalmamış olan ihtiyâç sâhibini doyuran... 

وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضٖينَ

74 el-Muddessir 45 ve yalan-yanlış konuşmaya dalageldik o yalan-yanlış konuşmaya dalanlarla birlikte...

ve hep yalan-yanlış konuşmaya dalageldik o yalan-yanlış konuşmaya dalanlarla birlikte...

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّٖينِ

74 el-Muddessir 46 ve yalanlayanlar olageldik o Dîn Günü hakkında...

ve hep ısrarla yalanlayanlar olageldik o Dîn Günü hakkında...


حَتّٰى اَتٰينَا الْيَقٖينُ

74 el-Muddessir 47 tâ ki gelinceye kadar bize o yakîn!”

tâ ki gelinceye kadar bize o yakîn/bu bağlamda: hayatın anlamı konusunda o eşdeğer görülen ihtimallerin arasında hangisinin doğru olduğuna bir türlü karar veremeyiş hâlinden kaynaklanan hayretten sonra, o konuda Hakk ve Hakîkat’in ne olduğuyla artık bilgilendiği için akleden kalbi rahatlatan, sükûna erdiren ölüm!”

Maddî ya da mânevî suçlar işleyerek, günahkârlığı alışkanlık hâline getirmiş olanlar da bunun üzerine şöyle cevap verirler: “ Biz hayatın anlamı konusunda o eşdeğer gördüğümüz  ihtimallerin arasında hangisinin doğru olduğuna bir türlü karar veremeyiş hâlinden kaynaklanan hayretten sonra o konuda Hakk ve Hakîkat’in ne olduğuyla artık bilgilendiği için akleden kalbi rahatlatan, sükûna erdiren ölüm bize gelinceye kadar, ALLAH’ın kulu olma şuurunu kazanıp, onu koruma ve geliştirme gayreti sergileyenlerden ve vahiy tamamlandığından beri, ALLAH’ın kulu olma şuurunu koruyup geliştirmenin ALLAH tarafından belirlenmiş yöntemi ve Hakk Dîn’in direği olan namazı kılanlardan; ve yokluk ve yoksulluktan dolayı yerinden kıpırdayacak mecâli kalmamış olan ihtiyâç sâhibini doyuranlar olmadık! İşte budur bizi cildi yakıp kavurarak kapkara hâle getiren ve asla geriye kalan bir şey koymayan ve asla tamamen yok etmeden bırakmayan bir ateş olan o “seqâr”ın içinde tatmakta olduğumuz o azâba katlanmak zorunda bırakan!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler