VAHYİN İKİNCİ YILI
Mubârek el-Fîl sûresi
Mubârek el-Qureyş sûresi
Mubârek en-Necm sûresi 25. âyet-i kerîmeye kadar
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ
بِاَصْحَابِ الْفٖيلِ
105 EL-FÎL 1 GÖRMEDİN
Mİ NASIL
EDİP EYLEDİ RABBİN O ASHÂB-I FÎL İLE?
Görmedin mi/bu bağlamda: haberin yok mu nasıl edip eyledi Rabbin o fil ashâbı ile?
Rabbinin fillere sahip olan ve onlarla büyük bir güç kazandıklarını
zannedenlerin ordusunu ne hâle getirdiğinden haberin yok mu?
اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فٖى تَضْلٖيلٍ
105 el-Fîl 2 Kılmadı mı hîlelerini
onların bir saptırışın içine düşüş?
Kılmadı mı, zor kullanarak kötülük yapmak üzere
tezgâhladıkları hîlelerini onların, bir
saptırışın içine düşüş?
وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَابٖيلَ
105 el-Fîl 3 Ve/Andolsun ki, gönderdi üzerlerine kalabalık sürüler
hâlinde kuşlar/uçan varlıklar!
تَرْمٖيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّٖيلٍ
105 el-Fîl 4 Fırlatarak hedef atışı yaptılar onlara taşlarla, haklarında verilmiş kararı içeren,
sertleştirilmiş taş-kil karışımından!
Ve andolsun ki, onların
zor kullanarak
kötülük yapmak üzere tezgâhladıkları savaş
hîlelerini, bu saldırgan ordu hakkında ALLAH tarafından verilmiş olan kararı
içeren ve sertleştirilmiş bir taş-kil karışımından meydâna gelmiş taşlarla
üzerlerine hedef atışı yapan kalabalık kuş sürüleri ve/veya başka uçan
varlıklar gönderip aleyhlerine saptırmadı mı?
فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَاْكُولٍ
105 el-Fîl 5 Artık kıldı onları paramparça edilip rüzgârla savrulacak
hâle gelmiş bitki kırıntıları gibi,
yenmiş!
Böylece o saldırgan
ordu kemirgenler tarafından yenmiş ve paramparça edilip rüzgârla savrulacak
hâle gelmiş bitki kırıntıları hâline dönüşmüşçesine mahvoldu!
لِاٖيلَافِ قُرَيْشٍ
106 EL-QUREYŞ 1 BİR ARAYA GELİP KAYNAŞMASI İÇİN QUREYŞ'İN...
Bir araya gelip kaynaşması dolayısıyla da güçlü bir güven/güvenlik ortamı meydâna getirerek
kendini koruyabilmesi için Qureyş'in...
اٖيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ
وَالصَّيْفِ
106 el-Qureyş 2 Bir araya gelip kaynaşması için yola çıkıp ayrılışında kışın ve yazın...
Bir araya gelip kaynaşması dolayısıyla da güçlü bir güven/güvenlik ortamı meydâna getirerek kendini koruyabilmesi için yola çıkıp ayrılışında kışın ve yazın...
فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰـذَا الْبَيْتِ
106 el-Qureyş 3 Artık kesinlikle kulluk etsinler Rabbine bu
Beyt’in/Kâbe’nin!
اَلَّذٖى اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ
وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ
106 el-Qureyş 4 O ki, doyurdu onları açlıktan ve/andolsun ki, emîn
kıldı onları bir korkudan!
“Kâbe’nin Rabbi” olan
ALLAH, bölgenin en güçlü kabîlesi ve Mekke’nin de hâkimi olan Qureyş kavmi bir araya
gelip kaynaşsın, dolayısıyla da güçlü bir güven/güvenlik ortamı meydana
getirerek kendini koruyabilsin diye, kışın ve yazın muntazaman yaptıkları ticâret
seferleri için yola çıkıp Mekke’den ayrıldıklarında, onları ve geride
bıraktıklarını doyurarak açlığa düşmekten korudu ve başlarına gelebilecek her
türlü tehlikeyi ortadan kaldırarak, korkuya düşmemelerini sağladı! İşte bu
yüzden Qureyş’lilere düşen, artık “şirk”i tamamen terk edip yalnızca ALLAH’a
kulluk etmektir!
وَالنَّجْمِ
اِذَا هَوٰى
53 EN-NECM 1 ANDOLSUN O YILDIZA İNDİĞİ ZAMAN!
Andolsun o karanlıkta doğup parıldayan yıldıza/doğup, karanlıkta parıldayan
yıldızın temsîl ve de işâret ettiği vahye/mubârek Kur’ân’a, yükseklerden indiği zaman!
İşte o doğup karanlıkta
parıldayan yıldıza/doğup, karanlıkta parıldayan yıldızın temsîl ettiği
vahyin/mubârek Kur’ân’ın üzerine o yüksek bir yerden düşercesine indiği zaman
yemin ederek dikkatini çekiyorum, ki, düşünesin üzerinde!
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰى
53 en-Necm 2 Düşmedi dalâlete arkadaşınız ve/andolsun ki, çarpık bir inanıştan kaynaklanan bir aldanışa!
Düşmedi
dalâlete/Hakk ve Hakîkat’ten sapmışlığa düşmedi o yanından hiç ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınız ve/andolsun ki, çarpık bir inanıştan
kaynaklanan bir aldanışa!
O yanından hiç
ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınız Hakk ve Hakîkat’ten sapmışlık ve
çarpık bir inanıştan kaynaklanan bir aldanış içinde değil!
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوٰى
53 en-Necm 3 Ve/Andolsun ki, konuşmaz o hevâdan!
Ve/Andolsun
ki, konuşmaz o hevâdan/insanın nefsine hoş ve câzip gelen ama aslında boş ve değersiz olan
çok güçlü arzulardan!
Ve andolsun ki, o
insanın nefsine hoş ve câzip gelen ama aslında boş ve değersiz olan çok güçlü arzulardan
yola çıkarak ve de beslenerek konuşmaz!
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰى
53 en-Necm 4 Besbelli ki o illâ/ancak bir vahiydir, vahyedilmiş
ona!
Besbelli
ki o illâ/ancak bir vahiydir/kaynağı, mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla insan kavrayışıyla
tarif edilmesi mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle İlâhî Hakîkatleri, insan
kavrayışını aşan bir hızla ulaştıran bir bilgilendirmedir, vahyedilmiş/kaynağı, mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla insan
kavrayışıyla tarif edilmesi mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle, insan
kavrayışını aşan bir hızla ulaştırılmış ona!
Söylediklerinin, ona kaynağı, mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla
insan kavrayışıyla tarif edilmesi mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle,
insan kavrayışını aşan bir hızla ulaştırılarak bildirilmiş
Hakk ve Hakîkat’ten başka birşey olmadığı apaçıktır!
عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰى
53 en-Necm 5 Öğretti ona, kuvveti şiddetli olan!
Ona bu
söylediklerini, yâni, vahyi öğreten, çok büyük bir kuvvetle donatılmış olan bir
“semâvî varlık”tır!
ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوٰى
53 en-Necm 6 Sâhibi yaman bir gücün! Artık dikilip doğruldu.
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰى
53 en-Necm 7 Ve/Andolsun ki, o, o yüce ufukta!
O “semâvî varlık”
yaman bir gücün sâhibidir ve dikilip doğrularak o yanından hiç ayrılmamacasına
eşlik ettiğiniz arkadaşınız için bütün haşmetiyle o yüce ufukta görünür hâle
geldi!
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰى
53 en-Necm 8 Sonra yaklaştı... Artık sarktı ona doğru.
Sonra yaklaştı ve
onunla yakınlık kurdu.
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى
53 en-Necm 9 Artık yakınlıkları oldu iki yayın kabzasıyla eğri ucu arasındaki bölümünün uzunluğu
kadar!
Artık yakınlıkları oldu iki yayın kabzasıyla
eğri ucu arasındaki bölümünün uzunluğu kadar/yakınlıkları
güç birliği hâline geldi/güç kazandı ya da en yakın oldu/bu bağlamda: çok güçlendi!
Birbirlerine olan yakınlıkları bir güç birliği hâline gelerek daha da güçlendi!
فَاَوْحٰى اِلٰى عَبْدِهٖ مَا اَوْحٰى
53 en-Necm 10 Artık vahyedildi kuluna, ne varsa vahyedilen!
Artık
vahyedildi/kaynağı,
mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla insan kavrayışıyla tarif edilmesi
mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle, insan kavrayışını aşan bir hızla
ulaştırıldı
kuluna, ne varsa vahyedilen/kaynağı, mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla insan
kavrayışıyla tarif edilmesi mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle, insan
kavrayışını aşan bir hızla ulaştırılan İlâhî Hakîkat’ler ona!
Böylece o “semâvî
varlık” o yanından hiç ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınıza kaynağı, mâhiyeti ve yöntemi ilâhî olan, dolayısıyla
insan kavrayışıyla tarif edilmesi mümkün olmayan bir işâretler sistemiyle,
insan kavrayışını aşan bir hızla ulaştırılan İlâhî Hakîkat’leri bildirdi, öğretti!
مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى
53 en-Necm 11 Yalanlamadı o heyecan dolu bir arzuyla yanıp tutuşan kalb,
ne gördüyse onu!
O yanından hiç
ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınızın heyecan dolu bir arzuyla yanıp
tutuşan kalbi gördüklerini yalanlamadı, doğruladı!
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى
53 en-Necm 12 Yoksa siz tartışıyor
musunuz onunla, ne varsa gördüğü üzerine?
Yoksa
siz kendinizce
delil gösterip, içinden çıkılması zor
bir kuşku olarak ortaya koyduğunuz bu durum hakkında tartışıyor musunuz onunla, ne varsa gördüğü üzerine?
Yoksa siz yanından
hiç ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınızın gördüklerine-yaşadıklarına
dair anlattıklarının doğruluğu hakkında içinden çıkılması zor bir kuşku duyarak
ve kendinizce birtakım deliller göstererek, onunla tartışıyor musunuz?
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى
53 en-Necm 13 Ve/Andolsun
ki, kesinlikle gerçekten de, gördü onu bir daha,
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى
53 en-Necm 14 indinde o en uzak sınırdaki, sidre ağacının!
indinde/bu
bağlamda: yanıbaşında
insan kavrayışı için ulaşılıp aşılması mümkün olmayan o en uzak sınırdaki, meyvesi yendiği zaman faydası
çok az, ama gölgesi bol sidre ağacının!
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى
53 en-Necm 15 İndinde onun,
o
sığınma-barınma yeri olan Me’vâ Cenneti,
İndinde/bu bağlamda:
yanıbaşında onun, o sığınma-barınma yeri olan Me’vâ Cenneti,
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى
53 en-Necm 16 üzerini tamamen kaplayıp örttüğü zaman sidreyi, ne varsa
üzerini tamamen kaplayıp örten!
üzerini tamamen kaplayıp örttüğü zaman meyvesi yendiği zaman faydası
çok az, ama gölgesi bol sidreyi, ne varsa üzerini tamamen kaplayıp örten!
Ve kesinlikle
gerçekten de, onu bir daha, yanında insan kavrayışı için ulaşılıp aşılması
mümkün olmayan o en uzak sınırdaki,
yendiği zaman çok az faydası olan ama gölgesi bol “sidre” ağacının yanında
gördü ki, onun da yanında, o ilâhî bir sığınma-barınma yeri olan “Me’vâ
Cenneti” vardır, meyvesi yendiği zaman faydası çok az, ama gölgesi bol sidreyi,
üzerini tamamen kaplayıp örten, üzerini tamamen kaplayıp örttüğü zaman!
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
53 en-Necm 17 Kaymadı göz ve/andolsun ki, etmedi tuğyân!
Kaymadı göz ve/andolsun ki, etmedi tuğyân/her türlü sınırı aşan bir
azgınlık sergilemedi!
Yanından hiç
ayrılmamacasına eşlik ettiğiniz arkadaşınızın gözü gördüklerine iyice odaklandı
ve yine gördükleri karşısında her türlü sınırı aşan bir azgınlık sergilemedi!
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ
الْكُبْرٰى
53 en-Necm 18 Kesinlikle
gerçekten de gördü, âyetlerinden Rabbinin, el-Kubrâ/o En Büyük!
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰى
53 en-Necm 19 Görmüyor musunuz artık el-Lât’ı ve el-‘Uzzâ'yı?
Görmüyor
musunuz artık el-Lât’ı ve el-‘Uzzâ'yı; onlara bakıp da hiç üzerlerinde düşünmediniz mi?
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى
53 en-Necm 20 Ve/Andolsun, Menât’ı o üçüncüsünü, o
sonuncusunu?
Ve/Andolsun, Menât’ı o
putların üçüncüsünü, o sonuncusunu görmüyor, hiç üzerinde düşünmüyor musunuz?
İnsanlar tarafından
“ilâh” olarak benimsenen ne varsa, onların en önde gelenlerini simgeleyen
“el-Lât”, “el-‘Uzzâ” ve en sonuncuları olup “Menât” adını verdikleri o üç puta
bakıp da hiç üzerlerinde düşünmediniz mi?
اَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى
53 en-Necm 21 Sizin için erkekler ve O’nun için dişiler mi?
Aşağılık, ikinci
sınıf varlıklar olarak gördüğünüz kızlardan, kendinizce “meşrû” kıldığınız
yollarla “kurtulmak” için, onları “ALLAH için” (!) kurban etme geleneğini
uydurdunuz!
تِلْكَ اِذًا قِسْمَةٌ ضٖيزٰى
53 en-Necm 22 İşte bu, o zaman, bir taksim, kusurlu!
Bu ne yanlış ve eksik
bir paylaştırma!
اِنْ هِىَ اِلَّا اَسْمَاءٌ
سَمَّيْتُمُوهَا اَنْتُمْ وَاٰبَاؤُكُمْ
مَا
اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ
اِنْ
يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُ
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰى
53 en-Necm 23 Besbelli ki, bunlar ancak birtakım isimler
isimlendirdiğiniz onları sizin ve atalarınızın!
İndirmedi ALLAH onlar hakkında bir delilden! Besbelli ki tâbî oluyor onlar ancak o zanna ve/andolsun ki, ne
varsa hevâ verene o nefslere! Ve/Andolsun ki, kesinlikle gerçekten de, geldi onlara Rabblerinden o hidâyet!
Besbelli
ki, bunlar ancak birtakım isimler isimlendirdiğiniz onları sizin ve
atalarınızın!
İndirmedi
ALLAH onlar hakkında kişiyi yenip ona boyun eğdirme, kişinin üzerinde tahakküm kurma
gücü olan bir delilden! Besbelli ki tâbî oluyor onlar ancak o zanna/bir belirtiden hareket edilerek ulaşılan bilgiye ve/veya
varsayıma ve/andolsun ki, ne varsa hevâ/insanın nefsine hoş ve câzip gelen ama aslında boş ve
değersiz olan çok güçlü arzular verene o
nefslere! Ve/Andolsun ki, kesinlikle gerçekten de, geldi onlara Rabblerinden o hidâyet/insanı yaradılış amacının nihâî hedefine götürecek ve ALLAH
tarafından belirlenmiş olan o dosdoğru yola ulaştırıp, o yolun üzerinde
kalabilmesi için gerekli ve kaçınılmaz olan o son derece nâzik, sevgi dolu
İlâhî Rehberlik!
Bu putlara vermiş
olduğunuz isimleri ve bu bağlamda onlara yakıştırmış olduğunuz nitelikleri
sizin ve atalarınızın uydurmalarından başka birşey değil! ALLAH o putlar
hakkında kişiyi yenip ona boyun eğdirme, kişinin üzerinde tahakküm kurma gücü
olan bir delil indirmiş değildir! Besbelli ki onlar ancak bir belirtiden
hareket ederek ulaştıklarını düşündükleri bir bilgi ve/veya varsayıma ve nefse
hoş ve câzip gelen ama aslında boş ve değersiz olan çok güçlü bir arzuyu kamçılayan yönlendirmelere, dürtülere
uyuyorlar! Hâlbuki onlara insanın, onu yaradılış amacının nihâî hedefine
götürecek ve ALLAH tarafından belirlenmiş dosdoğru bir yola ulaşabilmesi için
gerekli ve kaçınılmaz olan o son derece nâzik, sevgi dolu ilâhî rehberlik
geldi!
اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰى
53 en-Necm 24 Yoksa o insan için mi, ne varsa temennî ettiği?
Yoksa insan her
umduğunu-beklediğini ille de elde edebileceğini mi sanıyor?
فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُولٰى
53 en-Necm 25 Artık ALLAH’ındır o âhiret ve/andolsun ki, öncesi!
Artık
ALLAH’ındır o âhiret/beşerî ölümden sonra gelen ebedî hayat
ve/andolsun ki, öncesi!
Hem beşerî ölümden sonra gelen ebedî hayat olan âhiret,
hem de öncesi ancak ALLAH’ın mutlak hükümranlığı altındadır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.