15 Haziran 2010 Salı

MUBÂREK ENFÂL SÛRESİNİN 73. ÂYET-İ KERÎMESİ BÂBINDA !!!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Ve Hak ve Hakîkati bildikleri hâlde onu, üzerini örtmek sûretiyle hem kendilerinden hem de başkalarından gizlemekte ısrâr eden, böylece Hak ve Hakîkatin ilkesel olarak inkârına yol açıp bunu bir hayat tarzı hâline getiren o kâfirler birbirlerinin evliyâsıdır {yani: onlar her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk, dayanışma ve işbirliği içindedirler}. Siz de (ey o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar) öyle yapmazsanız yeryüzünde bir fitne {yani: çok çetin, ateşten bir sınav (olan zulüm ve baskı)} ve büyük bir fesâd {yeni: yozlaşmanın her türlüsü} meydâna gelir!


AÇIKLAMA:
Mubârek Kur'ân'da çok sık geçen ellezîne keferû ifâdesinde, geçmiş zaman kipinin kullanılmış olmasından kaynaklanan "ısrarlı süreklilik" vurgusunu, o ifâdeyi "Hak ve Hakîkati bildikleri hâlde onu, üzerini örtmek sûretiyle hem kendilerinden hem de başkalarından gizlemekte ısrâr eden, böylece Hak ve Hakîkatin ilkesel olarak inkârına yol açıp bunu bir hayat tarzı hâline getiren o kâfirler" şeklinde açarak meâllendirmeyi uygun gördüm.
Mubârek Kur'ân işte bu tâifenin birbirlerinin evliyâsı - yani, her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk ve tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olduklarını bildirmektedir.
Âyet-i kerîmenin bağlamı - yani, siyâk ve sibâkı gözönüne alındığında "siz" hitâbıyla "o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar"ın kasdedildiği apaçık ortaya çıkar.
Mubârek Kur'ân'da çok sık geçen ellezîne âmenû ifâdesinde, tıpkı ellezîne keferû ifâdesinde olduğu gibi, geçmiş zaman kipinin kullanılmış olmasından kaynaklanan "ısrarlı süreklilik" vurgusunun aynen geçerli olması gerekir. Aksi hâlde Âlemlerin Rabbi Allah'ın, azze ve celle, neden mubârek Kur'ân'ın başka yerlerinde kullandığı mu'minûn ifâdesini belli yerlerde kullanmayı neden uygun görmediğini izah edemeyiz. Dolayısıyla rahatlıkla şu sonuca varmamız mümkindir: mu'min - yani, "îmân etmiş" olmak başka şey, ellezîne âmenûdan olmak başka bir şeydir! İşte bu yüzden ellezîne âmenû ifâdesini "o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar" şeklinde meâllendirmeyi uygun gördüm.
İşte bu "o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar"a Âlemlerin Rabbi Allah, celle şânuhu, "Hak ve Hakîkati bildikleri hâlde onu, üzerini örtmek sûretiyle hem kendilerinden hem de başkalarından gizlemekte ısrâr eden, böylece Hak ve Hakîkatin ilkesel olarak inkârına yol açıp bunu bir hayat tarzı hâline getiren o kâfirler"in aralarında geliştirmiş ve de sürdürmekte oldukları o "birbirlerinin evliyâsı - yani, her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk ve tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olma" şeklindeki ilişkiyi aynen taklîd edilmesi gereken olumlu bir örnek olarak göstermektedir!
Sonra da bu "o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar"ın birbirlerinin evliyâsı - yani, her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk ve tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olmamaları hâlinde vukû bulacakları bildirmektedir:

Yeryüzünde fitne ve büyük bir fesâd!


fitne terimi, Arabcada "değerli bir mâdeni - ama öncelikle ve özellikle de altını ve gümüşü - saf, yani gerçekten de değerli bir hâle getirmek için, onu katışık kılan diğer unsurlar gaz ve/veya cürûfa dönşüp ondan ayrılabilsinler diye çok yüksek ısıda ateşe sokmak" mânâsına gelen el-fetnu ifâdesinden gelir. Bu arıtma işlemi bugün de geçerlidir ve kuyumcular tarafından uygulanmaktadır. Demir-çelik sanayiindeki "yüksek fırınlar" da aynı işe yararlar. fitne, insan veya toplum sözkonusu olduğunda "ateşle imtihan" mânâsını kazanmıştır. Bu "ateşle imtihan"da değersiz/kötü insanlar ve/veya onların meydâna getirdikleri insan toplulukları yanıp gaz ya da kül/cürûf hâline gelerek yok olacak, "ateşle imtihan"a dayanmayı başaran değerli/iyi insanlar ve/veya onların meydâna getirdikleri insan toplulukları ise arınıp gerçek ve yüksek bir değer kazanmış olarak bu imtihânı geçmiş olacaklardır!
Yine, insanlar ve/veya toplumlar sözkonusu olduğunda "ateşle imtihan"ın en tipik örneği "zulüm - yani, her yerde ve her konuda adâletsizlik ve baskı"dır; tarih buna şâhittir!

fesâd terimi "bir şeyin aslında olması gereken hâlin dışına çıkarak kötü, bozuk, uygunsuz hâle gelmesi" yani "yozlaşması" mânâsına gelir.

Âlemlerin Rabbi Allah, celle celâluhu, bir fitne ve büyük bir fesâdın meydâna geleceği ortamın yeryüzü olduğunu bildirmektedir.
Yeryüzü - yani, insanları/insan toplulukları/toplumları/kültürleri/medeniyetleri, hayvanları, bitkileri, taşı, toprağı, suyu, bütün tabiât varlıklarını, bir başka deyişle tanıdığımız-bildiğimiz herşeyi barındıran ortam!!! Ve elbette ki onu bütün bunları barındırabilmesini sağlayan hava/atmosfer!!!

Bugün, Hicretin 15. yüzyılında (ya da dilerseniz milâdî 21. yüzyılda) yeryüzünde fitne ve büyük bir fesâdın hüküm sürmekte olduğuna en dehşet verici boyutlarıyla şâhit oluyoruz - dahası bu fitne ve büyük fesâdın korkunç sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyoruz!
İnsanlık çâresizlik içinde çırpınıyor!

Mubârek Enfâl Sûresinin 73. âyet-i kerîmesinde ise Âlemlerin Rabbi Allah, celle şânuhu, bütün bunların tek sebebinin "o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar"ın bir türlü birbirlerinin evliyâsı - yani, her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk ve tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olmamaları olduğunu bildiriyor!

Çağın firavunu olan mel'ûn İsrail devleti tuğyânının - yani, küstahça bir kibirden kaynaklanan azgınlığının zirvesinde büyük ve çok kanlı bir savaşı tetiklemek üzere mümkün olan herşeyi yapıyor!
Fitne - yani, ateşle imtihan olan zulüm ve baskıya ve büyük bir fesâd - yani, hayatın her alanında yozlaşmanın her türlüsüne yol açan en uygun ortam olan savaşın bulutları tepemizde kümelenmekte!
Buna "DUR!" diyebilmenin, mubârek Kur'ân'a göre bir tek yolu var:
"o îmân edip, îmânlarının gereğince yaşamayı ilke hâline getirmiş olanlar"ın birbirlerinin evliyâsı - yani, her zaman, her yerde ve her konuda birbirleriyle çok yakın bir dostluk ve tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olmaları!!!

O hâlde iletişimin bütün imkânlarını sonuna kadar kullanarak, hatta gerekirse sokaklara çıkarak, meydânlarda toplanarak en yüksek sesle şu soruyu sormanın zamanı artık çoktaaan gelmiş, neredeyse geçmek üzeredir:
"EY YÜZBİNLERCE, BELKİ DE MİLYONLARCA MÜ'MİN-MÜ'MİNE MÜSLÜMÂNIN SAMÎMÎYETLE GÖNÜL VEREREK BAĞLANDIĞI BÜTÜN O CEMAATLERİN VE TARÎKÂTIN ÖNDERLERİ, ŞEYHLERİ YA DA HER KİMLERİYSENİZ, NEREDESENİZ? NİÇİN HÂLÂ BİR ARAYA GELİP KUCAKLAŞMIYOR, BİRBİRİNİZİN EVLİYÂSI OLDUĞUNUZU İZZETLİ ÜMMET-İ MUHAMMEDİN MAZLÛMLARINA GÖSTERMİYORSUNUZ? SİZİ BUNDAN ALIKOYAN NE? BİRBİRİNİN EVLİYÂSI OLMAK SADECE CEMAATLERİNİZİN YA DA TARÎKÂTIN MESÛBLARI/MÜNTESÎBLERİ ARASINDA MI GEÇERLİ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler