19 Haziran 2010 Cumartesi

"YAHÛDÎLEŞMEK" BÂBINDA...

İBRET ALMAK İSTEYENLER İÇİN...

Bu çok hassas ve bir o kadar da önemli bir konudur!

Mubârek Kur'ân'ın, onu gereken samîmîyet ve ciddîyetle okuyan herkese öğrettiği ilkelerden biri de hiç kimsenin, bir insan hakkında, o insanın içine doğduğu/mensûbu olduğu kavimden/toplumdan, ait olduğu ırktan/soydan dolayı müsbet ya da menfî bir yargıda bulunma hakkına asla sahip olmadığı/olamayacağıdır!
Âlemlerin Rabbi Allah, celle şânuhu, hiç kimseyi kendi özgür irâdesiyle tercih etme imkânına sahip olmadığı herhangi bir konuda sorumlu tutmaz!
Kişi ancak kendi özgür irâdesiyle, yani bilerek ve isteyerek, belli bir kararlılık ortaya koyarak yaptığı ve/veya yapmadığı tercihlerden sorumludur ve onların Âlemlerin Rabbi Allah'a, azze ve celle, onların hesâbını verecektir.
Mubârek Kur'ân'da îmân etmek, kufr içinde olmak gibi "yahûdîleşmek" de fiil olarak geçer. Dolayısıyla sözkonusu olan kavmî aidiyet mânâsında "Yahûdî"lik değil, belli bir "tavır" sergilemek ve giderek belli bir "zihniyet"e, hatta "hayat tarzı" ya da "yaşama ilkesi"ne sahip olmaktır.
Yani, mes'ele "Yahûdî" olmak ya da olmamak değil, "yahûdîleşmek"tir!
"Yahûdîleşmek" için ille de Benî İsrâil'den ve/veya onun "Yahûda" boyundan olmak gerekmez!

Mubârek Kur'ân'dan öğrendiğimize göre "yahûdîleşmek" "kibir"ile başlar! "Kibir" - yani, kişinin kendini herkesten üstün görme sapkınlığı! "Kibir"in -deyim yerindeyse- ilk ve de en sevgili evlâdı "istiğnâ"dır - yani, kişinin özellikle ve öncelikle Âlemlerin Rabbi Allah'ın, celle şânuhu, rehberliğini, bildirdiği ölçü ve kuralları gereksiz görerek "Ben kendi kendime yeterliyim!" iddiâsıdır!
Bundan sonraki aşama ise en korkunç ve de en tehlikeli olanıdır: "nefsini - yani, kendi kendini ilâhlaştırmak"! Bir başka deyişle, her konuda, her zaman ve her yerde yalnızca kendi koyduğu, yani, kendince "doğru" kabûl ettiği ölçü ve kurallara uymak; gerekirse ve çoğu zaman da başkalarını da bunları benimsemeye, bunlara tâbî olmaya zorlamak! Bunlara tâbî olmayı reddedenleri ise önce düşman ilân edip, sonra da bertaraf etmek, gerekirse öldürmek!

Bir zamanlar, Âlemlerin Rabbi Allah'ın, azze ve celle, dîni olan İslâm'ı kendilerine bildiren ve öğreten İslâm peygamberlerine tâbî olarak, yani, Âlemlerin Rabbi Allah'a, celle şânuhu, teslîm/"muslîm" olmuş hakîkî bir İslâm Ümmeti iken, bu şerefi yalnızca kendilerine bahş ve tahsîs edilmiş çok özel bir lütuf, çok büyük bir ayrıcalık olduğu zehâbına kendilerini kaptırarak "kibir"lenen Benî İsrâil kavminin "yahûdîleşme"si de bu sürecin zorunlu ve kaçınılmaz neticesidir!

Hülâsâ:

Âlemlerin Rabbi Allah'ın, celle şânuhu, mubârek Kur'ân'da bildirdiği Hak ve Hakîkat'e îmân edip, o Hak ve Hakîkat'in
"Dosdoğru Yol"una tâbî ve teslîm olmanın "olmazsa olmaz"ı olan tam bir samîmîyet, ciddîyet, titizlik, hassâsiyet, şartlar ne olursa olsun asla tâviz vermeyen tam bir istikrâr içinde olma cihâdını "hayat ilkesi" edinmemiş herkes, günün birinde mutlaka "yahûdîleşecek"tir!


Bir tavsiye:

Bu konuda ayrıntılı, etraflı ve kapsamlı bilgilenmek isteyenler azîz kardeşim üstâd Mustafa İslâmoğlu'nun "YAHÛDÎLEŞME TEMÂYÜLÜ" adlı kitabını okuyabilirler.
(Düşün Yayınları - Istanbul, 2006)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İzleyiciler